Merhabalar Sevgili 1k Okurları;
Yeni bir video ile sizlerleyim:
youtu.be/gR3no1IhD5w
Bu videoda Friedrich Wilhelm Nietzsche'nin Böyle Söyledi Zerdüşt kitabının "Yeni Put Üzerine" bölümünü okudum.
Nietzsche'nin devlet üzerine yaptığı yorum fazlasıyla ilgimi çekti ve sizlerle paylaşmak istedim. Hep sorar dururuz Devlet nedir
Aziz Nesin 'i anlatmaya kelimeler yetmez, defalarca da anlattım zaten. Türk edebiyatının ve Türk aydinlanmaciliginin mihenk taşı. Roman, öykü,anı, biyografi, şiir... Bi de taşlamalari varmış. Bir edebiyatci bütün bu türlerin hepsinde birden zirvede eserler versin, olacak iş değil. Hem de ne taşlamalar.
Kafanıza dikkat edin, bir tanesi gelebilir.
Ancak, hırsızlık uğursuzluk yapmadiysaniz,
haram yemediyseniz, dolandırıcılık, ahlaksızlık yapmadiysaniz, ki kitap okuyan insan yapmaz böyle şeyler, taşlardan sakinmaniza gerek yok.
Arkanıza yaslanın ve okuyun. Sadece okuyun ve düşünün.
Varol, yaşa Aziz Nesin...
Sevgili
Ebru Ince 'nin Aziz Nesin sevgisinin, her ayrı etkinlikte extra Aziz Nesin severler olarak geri dönmesi dileğiyle...
Hoşça kalın...
Sevgili okurlarım, çökmüş, sözde bir laik eğitim sistemi ve onun yerine geçirilmek istenen dinci, sözde bir imam-hatip düzeni, çocuklarımızı hem kara cahil, hem de dogmatik düşünceye yatkın bir biçimde yetiştirdiği için, ne kendi tarihimizi ne de dünya tarihini biliyoruz.
Çocuklarımıza Galile’yi biraz öğretiriz; o da yalan yanlış. Ama yine de hemen herkes Galile’yi tanır, ama kimsenin Takiyettin'den haberi yoktur.
Çünkü Takiyettin'den söz etmeyiz.
Galile’nin yargılanışından otuz yıl kadar önce, Şeyhülislam kışkırtmasıyla III. Murat'ın, emrinde 15 kadar biliminsanı olan, çağının en ileri araç ve gereçlerini kullanarak gökyüzünün sırlarını çözmeye çalışan Takiyettin'in gözlemevini (rasathanesini), "uğursuzluk getirir” diye, denizden, Kaptanı Derya Kılıç Ali Paşa’ya bombardıman ettirerek yıktırdığını kimse ne anımsar, ne okutur.
Evhamlı bir teyze ve kocası muayene için polikliniğe girdiler. Henüz yerlerine oturmamışlardı ki: ÇAT! Monitör uçtu. Bilgisayar çalışmaya devam etse de ve kablolarla ne kadar oynansa da monitör açılmadı. Bunun üzerine teyze, "Eyvah, bizim uğursuzluğumuz görüyor musun" minvalinde "Evham FM" frekansına bağlandı. :)
"Niye senin uğursuzluğun olsun canım teyzem" dedim, "uğur ya da uğursuzluk diye bir şey yoktur. İlle bir şey düşüneceksek, niye şansıma doktorun yanında daha fazla kalma fırsatına kavuştum diye düşünmeyesin."
Teyze tabi durumu böyle görüp de yarım saat özel terapi kotaracak hâlde değildi. Üzerine çökmüş kara bulutların neredeyse gözle görüleceği mooduna bakılırsa, tespit ettiği uğursuzluğun günün geri kalanında kendisine daha neler getireceği endişeleriyle meşguldü.
Hayatta başımıza gelen iyi ya da kötü olaylar ekseriyetle mutlak iyi ya da kötü değildir, en azından bizim onları gördüğümüz gibi olmayabilir. O gün havaları soğutması, yan odadaki hastane personelini üşütmesi, elektrikli ısıtıcıyı fişe taktırıp iki polikliniğin birden monitörüne kısa devre yaptırması ve sevgili kuluna kendini daha iyi anlatabilmesi için vakit bahşetmeyi belki de murâd etmiş Allah'a ne diyebiliriz ki?
"Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz." diyor ayette.
O yüzden başa gelene ne lanetler etmeli ne de çok sevinmeli. Yolculuk vaktine dek Ortaköy'de çadır kurup çay demlemeli ;)
ŞEMLE
Bir zamanlar ben de çocuktum sevgili Narya ve güvercinleri çok severdim. Gökyüzündeki kusursuzca süzülmeleri beni çok mutlu ederdi.
Üzerimden geçen gölgeleri ruhumda esir tutulan özgürlüğü alevlendirirdi. Çok sonra bir tane güvercin sahiplenmiştim. Daha doğrusu evimizin bahçesine düşmüş, tüyleri yolunmuş, kanadı kırılmış bir güvercin
Franz Kafka’yı anlamak için temel giriş kitabıdır. Lakin Kafka’yı anlamak için önce öz babası Hermann Kafka ile olan ilişkisini bilmek gerekir. Bunları bilmeden yapılan bir Kafka okuması, eksik kalacaktır. Bu sebepten dolayıdır ki ben de Kafka’ya giriş kitabı olarak bu kitabı seçtim.
Otobiyografi-Biyografi-Mektup türünde bir eserdir. Kafka’nın
İlk söylemek istediğim şeyi hemen ifade etmek istiyorum: Kemal TAHİR’le tanışın.
Esir Şehrin İnsanları benim uzun süredir okumak istediğim, radarımda olan bir kitaptı, ama sanırım yeterli motivem yoktu; bir arkadaşın bu seriye başlayıp beni de uyandırmasıyla ben de okumuş, tanışmış oldum. İyi ki okuduğum kitaplardan oldu. Sizin de listenizde ise
-“Ezilen bir kadın hikayesi anlatırken her seferinde neden bu cehaletle örtüşür veya bu cehaletin arkasında neden sürekli din ifade edilir? Onu merak ederiz.” der ve bu romanın içerisindeki bazı cümlelerin arasında yürümeye başlıyoruz.
-Kızcağız şöyle sesleniyor daha sayfaların baş kısmında: “Bak canım hangi kapıdan çıktıysa aynı kapıdan
Ölen şehirlerdir Taha değil
Kuruyan nehirlerdir
Lâmbadır sönen kış dökülmüş içine
Sonbahar yaprağı ırmağı emmiş
Asfalttır çekilen sıva bereket toprağının
Bu Taha'nın ölümü değil yürüyüşü mezarların
Kabirlerin şamarıdır çağın yüzüne
Geceye batışıdır taş bakışlarının
Tarihle öpüşme bitmiş demektir
Güneşten aya
Aydan geceye inmiş demektir
Konuşuldu bir cumartesi kırımlardan.kapalıydı büyücüler. Astılar içine bir içki şişesinin. Ayaklarında gümüş ağır potinler. Sevgili uğrsuzluk. Serseri'yi...
Spoiler içeriyor olabilir emin değilim. (Bu kelimeyi doğru yazdığımdan da emin değilim.)
"Dostum, şehre götürmek üzere gül, sümbül ve reyhan toplamıştı. "Biliyorsun" dedim, "gülün ömrü az olur. Çok geçmeden ne gül kalır ne gülistan. Gelip geçici olana gönül bağlamak yanlıştır."
"Ne yapalım o halde?" dedi