Normal şartlarda mektup okumaktan hiç hoşlanmam benim içinde tam anlamıyla fiyasko olan Milenaya ve Babaya mektuplar bunun en bariz örneği. Hatta buna başlarken de içimde şüphe vardı bir denemekten ne olur diye başladım. Ve diyorum ki iyi ki başladım. Ben böylesine bir duyguya daha önce kapılmamıştımm(mektup tarzında)
Çok üzüldüm yer yer ve çokça çok üzüldüm. Cemal Süreya'nın bilmiyorum o garip o çocuksu aşkı bende bir tebessüm bıraktı. Bir yandanda üzülüyordum. Tabii kitabı okuduktan sonra biraz bakmak istedim Cemal Süreya hakkında ve bu beni daha da çok üzdü. Ne hayaller kurulmuşta ne hayal kırıklıkları yaşanmış çok acı gerçekten. Ve özellikle çocuğu hakkında kurduğu hayaller beni çok üzdü gerçekten:(
Ama bilmiyorum eşine karşı hep Sevda da dilenen kişiymiş gibi geldi bana Cemal Süreya, öyle boynu bükük ve mahzun ki kendi kendime dedim hiç sevilmedin mi be adamm. Hiç sevilmemiş gibi bir hali vardı o cümleler bilmiyorum içime oturdu benim. Acaba okurken benim gibi düşünen başka kimseler oldu mu merak ettim. Zaten kısa bir süre sonra da ayrılıyorlar.
Mektubun güzel bir yanıda dönemine kaynaklık ediyor ve ondan besleniyor olması. Mesela Cem Yayınevi gibi o dönemin en prestijli kitaplarını basan yayınevi Cemal Süreya'nın 1000 TL parasını vermiyor:) hahahah hem güldüm hem üzüldüm çünkü o an hastane masrafları için ve paraya ihtiyacı var hatta diyor "hatta diyor üzgünüm sevgilim seni o gün taksiye dahi bindiremedim" eşi de hastaneden çıkmış.
Bu kitabı okuyun gerçekten ya Cemal Süreya'ya hiç bu pencereden bakmamıştım. Gerçekten çok sevmiş ama hiç sevilmemiş bir adamın izi var bu cümlelerde.