“Hasretin yüreğimin sadık bir bekçisidir Sevgili," diyordu Yavuz. "Hep yanımda, gözümün önündesin. Sen o mahzun yüzünle aklımın mührüsün!"
"Sen bir yarasın içimde, kanayan, acı veren ve hiç iyileşmeyen," diye yazıyordu ona Nilüfer.
“Benim boynuma ip bağlama," dedi sertçe. "Benim için süslü eyerler, gemler düşünme! Ben sonsuz bir arazide ardından kurşun yetişmeyen, özgürce koşan bir at olmayı istiyorum. Bırak da başıma buyruk, şaşırmadan, dilediğimce gideyim!"
Sanat bir tutku, delice heyecan ve bilinçli yaratmaydı. Toplumun kalıplaşmış resmi anlayışlarına, alışılmış geleneksel tanımlarına meydan okumaydı. Onun sineması bundan böyle kökünü hayattan, gücünü ve etkinliğini ise hayata hesap sormaktan, meydan okumaktan alacaktı.
“Bazen seni istemeden kırıyorsam bu senin dünyayı gerçekçi yönleriyle kavraman içindir. Eleştirilere dayanıklı olmalısın. Sen de beni eleştirmelisin. Biz birbirimizin aynası olmalıyız Sevgili.”
“..Buralarda hayat yalın, dengeli bir ırmak gibi akıyor sanki. Bizim hayatlarımız daha sahte. Daha yapmacık. Oysa bu insanlar doğaya, huzura inanıyorlar."