Okuma, duş alma, sevişme ve yanyana yatma törenlerimizi sürdürdük. Tolstoy'un tarih, büyük adamlar, Rusya,aşk ve evlilik üzerine tüm o açımlamalarıyla dolu Savaş ve Barış'ını okudum; kırk, elli saat kadar sürmüş olmalı. Hanna, kitabın akışını yine heyecanla izledi. Ama daha önce olduğundan farklıydı, yargıda bulunmuyordu, Nataşa, Andrey ve Pierre'i, Luise ve Emilia'ya yaptığı gibi, kendi dünyasının bir parçası haline getirmiyor, tersine onların dünyasına giriyordu: insan uzaklara yaptığı bir yolculuğu nasıl şaşkın bir ilgiyle sürdürürse ya da içeriye alındığı bir şatoya nasıl çekinerek girer ve bir süre yaşamasına izin verilen o şatoyu, nasıl üzerindeki çekingenlikten asla büsbütün kurtulamadan tanırsa. O güne dek Hanna'ya okuduğum kitapları önceden tanıyordum. Savaş ve Barış ise benim için de yeniydi. O uzak yolculuğa birlikte çıktık.