Seni düşünüyor, ışık saça saça dağlardan aşağıya koşturmanı seyretmek istiyorum. En iyisi, aşağıda vadide durup, seni kollarımın arasını alayım. Güzel bir gün! Her tarafta ümidin rengi olan yeşil rengi görüyorum.
Yaşamak insanı delirtecek kadar tatlı bir şey; dünyanın bu karmakarışık hali öyle hoş ki, bu dünya, tanrıların içki aleminden izin almadan, a la francaise sıvışmış, ıssız bir yıldıza gidip yatmış ve düşlediği şeyleri yarattığının farkında olmayan, şaraptan mest olmuş bir tanrının rüyası gibi bir şey -rüyalar bazen rengarenk bir çılgınlık halinde bazen de ahenkli bir düzen içinde belirir- İlyada, Platon, Marathon Savaşı, Musa, Medicilerin Venüs’ü, Strasbourg Katedrali, Fransız Devrimi, Hegel, buharlı gemiler vs. bu yaratıcı tanrı rüyasının ayrı ayrı güzel buluşlarıdır. Ama, bu uyku uzun sürmez, tanrı uyanır, uykulu gözlerini ovuşturur ve gülümser ve dünyamız hiçliğin içine gömülür, zaten hiç var olmamıştır.
Sayfa 164
Reklam
Hiçbir şey değişim kadar sürekli, ölüm kadar kalıcı değil. Yüreğimizin her atışı yaralar bizi, eğer yazın sanatı olmasaydı, yaşam onulmaz bir hastalık halini alırdı.
Günün henüz erken saatleri, güneş yolunun yarısını ancak geride bıraktı. Kalbim etrafa öyle güzel ve kuvvetli bir koku yayıyor ki, onunla sarhoş oluyorum ve ironinin nerde bittiğini, gökyüzünün nerde başladığını bilmiyorum.
Akıl bende uğursuz bir tutku haline gelmiş! O bana yüz vermezse bile ben onu seviyorum. Ben ona her şeyimi veriyorum, o ise bana hiçbir şey vermiyor.
Seyredenin gönlünde aşk olmadı mı, bütün tabiat pek zavallı bir manzara gösterir..
Reklam
Hukuk kitaplarına ayrılmış salonun bir köşesine oturmuş, eski doktora tezlerini karıştırıyordum.
Birdenbire, insan aklının alamayacağı kadar müthiş, bir acının çığlığıyla bağırdı...