Galib, poetikasının çekirdeği sayılabilecek şu dizelerinde kendine diyor ki:
"Saf kıl âyineni kâbil-i aks-i suver et
Hele bir cem-i havas eyle de Galib nazar et"
(Kalp aynanı, görüntüleri yansıtabilecek duruma getir; hele duyularını bir topla da öyle bak Galib.)
Niçin toplanacak duyular? Duyuların ayrı ayrı işlemleri yüzünden dünya, dolayısıyla, insanın kendisi bölündüğü için; bölününce de, gerçek kimliğini, varlığının asıl boyutlarını bulamadığı için.
Bir Mevlevi şeyhi olan Galib, tecrit hırkası giyip çileye girerek, kendini zor durumlarla, çeşitli engellerle, türlü yoksunluklarla eğiterek gelmiştir bulunduğu yere; belki bundandır, tavrında, edasında, aynanın silinip arıtılması yönteminde bir incelik, yumuşaklık var. "Aynan görüntüleri yansıtabilsin, yeter; varlıkların öz yapılarını dışardan zorlamak, onları bozmak, kısacası, hoyratlık yok" demek istiyor Galib.
Galib'den aşağı yukarı yüz yıl sonra gelen, ama Türk şairinin adını bile duymamış Rimbaud da duyuların kendi haline bırakılmamasını, duyarlığın belli bir amaç için çalıştırılmasını savunur, öğretmenine yazdığı bir mektupta, şairin kendini göreğen yapması, bunun için de bütün duyulan karıştırması gerektiğini öne sürer.
Galib, duyuların toplanmasından yanaydı. Karıştırma sözünde ise hırçınlık, hatta hoyratlık, alışılmış düzeni dikkatle, özenle aşmak değil de, alt üst etmek var. Galib, kaleyi içerden fethetmek istiyor; Rimbaud ise dışardan, zorlayarak, yıkarak.