Rasulleri ve nebileri şeytanî emelleri uğruna tahkir edenler elbette İslam’ın düşmanıdır.
Peki ya Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünnetini inkâr edenlere, sahabeye sövenlere hiç ses çıkardık mı?
Ebu Bekir ve Ömer’e (radıyallâhu anhumâ) —hâşâ— “Kureyş’in iki putu”, “şeytan” ve “cibt” diyenleri ümmetten saymadık mı?
Kendi içimizdeki sapkınlara sustuk. Hurafeyi ve şirki din diye pazarlayanları “kutup” ve “ğavs” diye yücelttik.
Aramızda kaynayan küfre ve şirke karşı bir direnişimiz var mı gerçekten?
Dindar görünümlü müşrik olunca sorun yok. Münafık olunca cenaze namazı kılınır, yine sorun yok.
Ama genelevlerdeki kadınların ya da onlarla zina eden onbinlerce kişinin, cami avlusundan çıkarıldığına hiç şahit olduk mu?
Allah’ın hükmünü bir kenara bırakıp “akıl ve bilimi esas alırız” diyen kâfirlerin bile cenaze namazları kılınırken, sesimizi yükselttik mi?
Bu namazları kimler kılıyor? Kim buna öncülük ediyor?
Dini, birilerinin maslahat felsefesi uğruna tahrif edenlere karşı bir şey söyledik mi?
Bu, İslam düşmanı dergiye hak ettiği cevabı vermeyelim demiyorum.
Ama nelere sessiz kaldığımızı da artık görelim.
Sıdkın bir asaleti vardır. Bu asalet, yalnızca dış düşmana değil, içimizdeki münafık ve bid’at ehline karşı da gösterilmelidir.
Ki insanlar gerçekten İslam’ın ne olduğunu görsün, hakka ve hakikate şahit olsun.
“Asra yemin olsun ki; insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başka.”
📖 Asr Suresi, 1–3. Ayetler