Dünya romanında, yazarların bir kısmı etkileyici açılışlara başvururken kimi yazarlar da oldukça yumuşak, sakin açılışlar yapar. Ama her durumda daha ilk cümlelerde okura ulaşmaya çalışırlar. Rainer Maria Rilke Malte Laurids Brıgge'nin Notları'na: “Demek buraya yaşanacak yer diye geliyorlar; burası ölünecek yer desem daha doğru.” cümlesiyle girer. Bu romanı artık burada bırakmak mümkün mü? Dostoyevski ise Yeraltından Notlar'a şöyle başlangıç yapar: “Ben hasta bir adamım... Gösterişsiz, içi hınçla dolu bir adamım.” Kendisini aşağılayan bu adamı kim merak etmez? Albert Camus'nün Yabancı'daki o unutulmaz giriş cümlesi de şöyle: “Bugün annem öldü. Belki de dün, bılmiyorum.” Daha ilk cümlede şaşkınlığa uğrarız: Bir insan annesinin ölumüne nasıl bôyle kayıtsız olabilir? Herman Melville Moby Dıck'e o efsane hitap ile gırer: “Bana İsmail deyin.” Okura seslenen anlatıcının adı İsmail olsaydı bıze böyle bir hıtapta bulunmasına gerek yoktu. Böylece sembolık bir gönderme ile okurun ilgisi ilk cümlede yakalanır. Okuru, kurmaca bir dünyaya buyur ederken onunla ilişkıye geçer ve belki de adı İsmail olmamasına rağmen ona İsmail denmesını talep eder.Bu sanki “Bana İsmail dersen kurmacada birlikte seyahat edebiliriz? teklifidir. Daha ilk cümlede okur, aktif katılıma çağrılır ve kendisine bir şifre verilir. Yazarlar daha ilk cümlelerinde romanın “cümle (ana) kapısı”nı açar ve okur buyur eder.
Ona bakıyorum. Düşünde bir kelebek olduğunu gören ve uyandığında kelebek düşlemiş olan bir insan mı, yoksa şu anda bir insan oldugunu düşleyen bir kelebek mi olduğunu bilmeyen Chuang Tzu'yu düşünüyorum.