benden bir öykü...
1-
Gece saat 00:37. Yarı uyur yarı uyanık
mayışma durumundayken hiçbir şey
düşünmemeyi başardığımda, beynimdeki zonklama katsayısından
dolayı delirmeye ‘’beş kala, delirmeye
Dağ başını duman almış,
Gümüş dere durmaz akar!
Bildiniz mi, ağzımdaki şu sönük ritmi?
En son dağ tepe kırlarda, olabildiğince hür hissettiğimiz zamanlarda söylerdik. Hiç kimse bilmem ki kederinden öleyazdığı bir vakit, bu türküyü çağırsın. Ben çağırıyorum, gelen giden yok. Çok mu mıymıntıca söylüyorum acaba?
Bugün 234.gün. Az değil, oğlan ha dillendi ha dillenecek. Sırtım! A, sırtım... Nem almaktan çiçek açtı namussuzum. Bereket versin güvercinlerimiz var, anladın mı o biçim yemliyoruz onları. Onlar da olmasa unuturdum, bir zamanlar benim de yarimi görünce atan kalbimin çıkardığı o kanat seslerini. Hasmım var, Ziyaaa! Köpeoğlusu a hınzır! Tutturmuş, "kesecem de kesecem!" A Ziyaa! Yalnız kuşu değil, beri dünyadan tozu, toprağı, çiçeği ve güzele dair ne varsa hepsini birden keseceksin de habarın yok.
Mahpusa düşünce anladım, insan burada sadece demir parmaklıkların ardına girmekle kalmıyormuş. Zihne de pranga vuruluyormuş. Her gün burnunu karıştıran Rahmi var, o kadar mı olduk be abisi? Ruhlar alemi sanırsın namussuzum...
(1)
''tekliğim
yorgun ve kanadı kırık kuştur
hüznün yapraklarında gölgelendiği
kim koparır dalından
ağzı açık bir gülü
kırmızı bir ölümü görmüş gibi
kanarım.
*
yoruldum
değiştirmekten kanını yüreğimin
ne zaman bitecek bu hüzün.''