Rûhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem, bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervâne olan kendini gizler mi alevden?
Sen istedin, ondan bu gönül zorla tutuştu...
Gün senden ışık alsa bir renge bürünse;
Ay secde edip çehrene yerlerde sürünse;
Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan
Yalnız o yeşil gözlerinin nûru görünse...
Ey
Türk generallerinin zor görebildiği bu ürkek İmparator islam birliği elebaşılarını serbestçe ve tabancasız odasına alıyordu.
Yalnızlıktan, şiirden ve polis raporlarından başka hiçbir şeye yüz vermeyen bu tembel adam oturup yabancı müslümanlara gidecek beyannameler yazıyor, İslam’ın önderleriyle mektuplaşıyordu. Askerlerine postal alamayan bu müflis Sultan iki yüz bin ajanın yol paralarını eksik etmiyordu. Bir kaç yıldır da Fas’tan Kabil’e kadar her yerde ve bütün Hindistan camilerinde Sultanın adı dualara girmişti.
Vatan sözünü yasak etmesi, yirmi milletin kurduğu Osmanlı İmparatorluğunun bu batılı düşüncelerle şişen kavrama dayanamıyacağı içindi. Halifenin şimdiye kadar görevi Allahı savunmak olmuştu; şimdi artık Allahın halifeyle birlikte imperatoluğu kurtarmasına sıra gelmişti.
Şiirle yıllardır hemhâl olmuş şair, yazar, edebiyat eleştirmeni Veysel Çolak’ın şiir sanatına dair bilgi ve görüşlerini aktardığı yer yer eleştirdiği ve sanatın ileri gitmesi için nasıl bir bakış açısına sahip olmak gerektiğine dair kişisel görüşlerine yer verdiği deneme türündeki ‘Şiir Ama Nasıl?’ eserini okurken hiç bitmesin istedim. Şiiri