İnsanoğlu ışığı sever. Bir lokma ışık için ölür, canını verir. Böyle giderse, üstümüze örttüğümüz, bir bulut gibi tepemizden aşağı yağan bu karanlık bitmeyecek. Biz ölene dek karanlık içinde kalacağız...
"Hiç âşık oldunuz mu? Yani sizin zamanınızda nasıldı, hep savaşta mıydınız?"
"6 Şubat 1920 günü şehir top ve makinalı tüfek salvolarıyla sarsılırken, cephe gerisinde, sokaktan geçen bir kıza eşlik etmiştim."
" Hepsi bu mu?"
"Kalp şeklinde dolu yağıyordu."
"Vay canına?!"
"Kızın adı...şimdi kim bilir hangi mezar taşına kazılıdır. Öptüğüm ilk kız oydu işte."
"Sonra?"
"Hâlâ o ilk öpücüğün etkisindeyim."
"Gerçekten mi?"
" Ve hâlâ onsuz yaşamayı öğrenmeye çalışıyorum."
Hasta bir adamın gözleri güçlü, bir ışık karşısında nasıl acırsa, yaşam da Martin’in canını öyle acıtıyordu. Her bilinçli eyleminde, yaşam onu çiğ bir ışıkla sarıp kuşatıyordu. Can yakıyordu. Katlanılmaz şekilde can yakıyordu
Charles Dickens’ın en özel eserlerinden biri olan İki Şehrin Hikâyesi Fransız İhtilali dönemindeki Paris ve Londra’yı anlatıyor. Fransız İhtilali esnasında ve öncesinde Paris ve Londra'da geçen durumları, olayları işlemiştir. Yazar 1700' lü yılları halkın açlık, yoksulluk, sefalet içinde yaşadıklarını, maddî durumu düşük yani soylu sınıfından