Selçuk Baran’ı her okuduğumda hak ettiği üne sahip olamadığını düşünürüm. Bozkır Çiçekleri romanını okuduğumda da aynı şeyi düşündüm.
Yaşadığı dönemde ve sonrasında kıymeti yeterince bilinmeyenlerden Baran. Kitaplarına konu olan yaşamına ne çok hayal kırıklığı sığdırmış, içinde kağıda dökemediği dillendiremediği neler kalmış kim bilir? Nitekim bu içli kadın, bir arkadaşına yazdığı mektupta şöyle diyor: Beni özlersen ağaç kabuklarına daya kulağını ve söyleyemediklerimi dinle.”
“Acıya, aşka ve kışa
Rengini savura savura,
Bozkır çiçeği
Kavrulur zamanla.”
Metin Altıok dizeleriyle başlıyor Bozkır Çiçekleri. Zaman 1970’li yıllar, mekân Ankara. Olaylar, taşradan Ankara’ya üniversitede okumak için gelen Seyfi’nin etrafında gelişiyor. Bu hırslı, yalnız fakat her daim umudu içinde taşıyan gencin hayatına Nurten adında bir sekreter giriyor. Nurten, sevgi ve güvene ihtiyaç duyan fakat bir başkasının güdümünde olmak yerine kendi yazgısını yaşamak isteyen güçlü bir kadın. Sonrasında çiftin yolları Müfit ile kesişiyor ve işler, işin içinden çıkılmaz bir hâle dönüşüyor.
Yazıldığı dönem düşünülürse Baran, teknik, dil ve üslup olarak oldukça başarılı. Çoğunlukla ilahi bakış açısıyla yazdığı romanda metinlerarasılıktan da sıkça yararlanıyor. Entelektüel birikimini kahramanlarına atfeden yazar romanında birçok şair ve yazara da yer veriyor.Okuyunuz efendim.
İnsan şu ya da bu biçimde bir
yol bulmak zorundadır; yaşamak için, dayanmak için, avunmak için...”s.193
Sevmek, ölümü yok eden bir sey....
Bunu anladım. Sevmek ölümlülüğü ortadan kaldırıyor..!