“Gece” okuyucuya gerçek bir yaşamın hikayesini sunuyor. Yazarın ve onunla birlikte tüm Yahudi toplumunun 2. Dünya Savaşı sırasında yaşadıklarını, tarihin o karanlık anlarını birinci ağızdan tüm çıplaklığı ile dinliyorsunuz. Yazarın bulunduğu çevrede 1940ların başlarında yaşanan ilk olaylar, gelecekte olacakların ön sesleri, pek ciddiye alınmıyor. Hatta yazar tüm dünyanın gözleri önünde böyle şeyler mümkün olabilir mi diye sık sık soruyor uzaktan gelen katliam haberleri için. İnsanlık tarihi için bu görmezden gelme, sessizlik büyük bir utanç. Oldukça dindar bir toplumda büyüyen yazar Auschwitz, Birkenau gibi kamplarda şahit olduklarından sonra inançlarını da sorgulamaya başlıyor. Duyduğu öfkenin bir kısmını da Tanrı’ya aktarıyor. Bu yaşananlara bir sorumlu arayışına eser boyunca şahit oluyoruz.
Yazarın evinden kopuşu, annesinden ve kardeşlerinden ayrılması, toplama kampında yaşadıkları yürek burkuyor. Öyle detaylar var ki ölümün artık bir anlamının kalmadığını insanların ölüme karşı hissizleştiğini ve hatta ölümü tercih ettiklerini görüyoruz. Etkilenmemek, sorgulamamak elde değil. Bu korkunç günlerin unutulmaması adına yazılmış herkesin okuması gereken bir eser. Konunun ağırlığına rağmen bir çırpıda okunabilecek oldukça akıcı bir dil bu kitaba dair tek kolay şeydi.