Çocuklar ayağa kalkıp onur salonunun duvarlarını kaplayan sınıf resimlerine doğru gitti. Geçmişten onlara bakan genç adamların yüzlerine baktılar.
"Hiçbirinizden bir farkları yok, değil mi? Gözleri umut dolu, tıpkı sizinkiler gibi. Harikulade şeyler yaşayacaklarına inanıyorlar, pek çoğunuz gibi. Peki, bu tebessümler nerede şimdi çocuklar? Umuda ne oldu?"
Çocuklar resimlere baktı; yüzlerinde ciddi ve düşünceli bir ifade vardı. Keating bir o fotoğrafı bir bu fotoğrafı göstererek odada fişek gibi dolaşıyordu.
"Çoğu hayatlarını biraz olsun kendi kapasitelerine uygun hâle getirmeden önce iş işten geçene kadar beklemedi mi? Başarının o yüce tanrısallığını kovalarken gençlik hayallerini heba etmedi mi? Bu adamların çoğu şimdi nergis gübresi! Yine de biraz daha yaklaşırsanız fısıldadıklarını duyabilirsiniz çocuklar? Hadi," dedi, "eğilin. Hadisenize. Duydunuz mu?" Çocuklardan çıt çıkmıyordu, bazıları çekine çekine fotoğraflara doğru eğildi. "Carpe Diem," diye fısıldadı Keating. "Anı yaşayın. Hayatlarınızı olağanüstü kılın."