Eski Mezopotamyalılar, tüm evren hakkında, kavranılması güç ve onlara göre değilse bile, bize göre belirsizlikler ve çelişkilerle dolu sanal ve mitolojik bir görüşe sahiptiler. Aydınlık üst kısmı ''Yukarısını'' ya da ''Gök''ü, simetrik ve karanlık alt kısmı ''Yeraltı''nı ya da ''Cehennem''i oluşturan muazzam bir yassı küre olarak görüyorlardı evreni. Çapı üzerinde, tam ortada bir tür merkez ada: ''Yeryüzü'', onun altında, Deniz'in tuzlu suyu tarafından kuşatılmış tatlı su okyanusu Apsû yer alıyordu. Bu sistemin iki ucunda, doğusunda ve batısında, gökkubbeye destek olan yüksek dağların ve özellikle Cehennem'den Gök'e ya da Gök'ten Cehennem'e serbest geçişi sağlayan iki deliğin tasarlanmış olduğu anlaşılıyor. Güneş, Gök'teki gündüz seyri için, doğuda, oradan çıkıyor ve gece seyri için, akşam, batıda oraya giriyor ve tanyerine doğru yol alıyordu. ''Cehennem Irmağı'' denilen suyla kaplı bir mekânın batı deliğinden önce geldiği düşünülüyordu.
Bu tablonun doğu kısmıdır Destan'ımızı, kendince en iyi tanımlayan. Meskûn toprakların dışında, doğuya doğru yol alan Gılgamış, İnsan-Akrepler tarafından korunan, ve sihirli Değerli Taşlar Bahçesi'ne ulaşmak için geçilmesi gereken 120 km'lik dar ve karanlık bir geçit oluşturan İkiz-Dağlar'a ve daha uzakta, Tavernacı Siduri'nin ikamet ettiği kumlaya varacaktır önce. Oradan, Utanapişti'nin Kayıkçısı'nın kılavuzluğunda gemiye binerek, dünyanın bir ucunda, her şeyden ve herkesten uzaktaki ve korkunç ''Ölümcül-Sular''la korunan evine, onunla buluşmaya gidecektir.
*
Bahsedilen görsel internette mevcut. Bakmak isteyen ''Mezopotamya Kozmografyası'' şeklinde arayabilir.