Görülüyor ki kişi bir aşkınlık, bir yücelmedir. Bu yüzden bir cennet tasarlamak güç gelir ona. Cennet durgunluk demektir çünkü; yücelmenin ortadan kalkması, varlığın aşmayı bırakması durukluğa ulaşması demektir. Ne aşmak var artık ne de aşılmak. Neyleyelim böylesi yeri! Ne yapacağız orada? Yaşamak için hiç değilse havanın solunabilir olması, eylemlere ve dileklere yer vermesi gerek oranın, aşılabilir olması gerek. Kısacası; bir cennet olmaması gerek. Adanmış toprağın güzelliği yeni istek ve sunulara yol açmasındandır. Durgun cennetler sevinç yerine sonu gelmez bir sıkıntı verir bize: Bunaltı.
"Kentsoylu toplumda kadına düşen başlıca rollerden biri, temsil etmek'tir: güzelliği, çekiciliği, zekası, inceliği, tıpkı arabasının dış görünüşü gibi, kocasının servetinin dış belirtileridir."
"Kadın aracılığıyla, der Kİerkegaard yazılarından birinde, düşünsellik yaşama girer, kadın olmasa erkeğin hali nice olurdu bilmem? Pek çok erkek, bir genç kızın yardımıyla üstün yetenekli olmuştur... ama evlendiği kız sayesinde üstün yetenekli olanına rastlanmamıştır bugüne dek..."
“-Onu sevmediğinizden emin misiniz?
-Sevgi değil bu.
-Ama belki de siz başka türlü sevemiyorsunuz.
-Belki ama bu bir şeyi değiştirmez. Onun sevgi dediği bu değil.”