İslam medeniyeti, ilk bin yılında dünyanın en başarılı, dinamik ve yaratıcı uygarlığı olmuştu. Büyük bilim adamları, sanatçılar ve düşünürler, Ortaçağ'da zaten hemen hep Müslümanlar arasından çıkmıştı.
Amerikalı Yahudi tarihçi Martin Kramer, bu gerçeği teslim eder ve “eğer 1000 yılında Nobel ödülleri veriliyor olsaydı, hepsini Müslümanlar alırdı” der.
İslam'ın böylesine görkemli bir altın çağı olduğuna göre, demek ki bu din “terakkiye mani” değildir. Ve demek ki sorun İslam'da değil, başka bir şeydedir.
Bu “başka bir şey”i araştıran Bryan Turner veya Fernand Braudel gibi Batılı tarihçi ve sosyologlar, bizde de Sabri Ülgener veya Erol Güngör gibi düşünürler, meselenin özünde “ekonomi”nin yattığını keşfettiler.
Gördüler ki, İslam'ın ilk yüzyıllarındaki görkeminin altında, Kur'an'ın getirdiği küresel vizyon kadar, dünya ticaret yollarının merkezinde yer alan Ortadoğu'nun dinamizmi yatıyordu.
Ticaret, sadece zenginlik değil aynı zamanda “sosyal hareketlilik” ve “kozmopolitizm” de yaratıyor, Müslümanların farklı kültürleri tanıyıp onlardan yeni fikirler ve teknikler edinmelerini de sağlıyordu.
Laikperest kültürden ne çıkıyor?