Tam 40 gün oldu sen gideli.
Kırk günün ilk gününden başlayayım. Bir sabah uyandım ve sen öldün. Haber bana kuş olup ulaştı. Ecel kuşu diye bir kuş varmış, bilmiyordum. Haberi boynunda kara bir zarfla, o getirdi. Katladığın yerden açıp baktım, “Sevgilim ben öldüm hoşça kal” yazıyordu. Yaşasaydın sana derdim ki; “Yalnız hemşerim, bu haber sevdiğine böyle mi verilir?” O saatten
Güvenmek
Güvenmek ne güzel, ne saf, ne kocaman bir duygu... Ve çocukluğa ne kadar yakışıyor. Sonra "güvenmek", kabuğuyla oynaya oynaya hep kanattığım bir yaraya döndü. Yıllar geçti gitti. Zamanla yaralarımın kabuklarının kendiliğinden düşmeleri gerektiğini anladım. Ve o yaraların geride bıraktığı izlere bakmayı da bırakmam gerektiğini. Derken, o izlere de alıştım. Herkes gibi. Hepimiz gibi. Kolumdaki aşı, dizlerimdeki sinek ısırıklarının izi gibi bir şey oldu... Bazen böyle, bir an, "Korkma, ben varım," diyenlerin bir kısmına bütün kalbimle inandım. Küçük küçük ışıklar yandı kalp bahçemde. Ama sonra herkesin kendi hikâyesinde bir başına olduğunu, herkesin çok korktuğunu, "Korkma, ben varım," cümlesinin "Korkuyorum, elimi bırakma," anlamına da geldiğini fark ettim. Küçük kalp ışıklarını sessizce kapattım. Korktum ama yine de yaşadım. Korka korka yaşadım. Korka korka sevdim, inandım. Kırıldım, kırdım, 'bir daha asla' dedim ama yine sevdim. Güvenmek zor iş... Güvenmek pek güzel iş... Korkmamak için birine değil, kendine güvenmeli insan. O cılız sevinç ışıkları kalpte değil, insanın omzunda, saçlarında, tepesinde yanmalı. Bazen çok zor... Zor ama kendi öyküsünün kahramanıdır kendine güvenen insan....
Reklam
- " (...) Gustav Jung: 1944 senesinde ayağım kırıldı. Bu şansızlığı, bir de kalb krizi takib etti. Ölümün eşiğinde kendimde olmadan yatıyordum. Oksijen ve kâfur veriyorlardı. Sanırım hezeyanlar ve hayâller o sırada başladı; öylesine güçlüydüler ki, ölmek üzere olduğuma inandım. Hemşire daha sonra bana, “çevrenizde bir ışık oluşmuştu!” dedi ve bunu ara sıra ölmek üzere olanların çevresinde gördüğünü söyledi. Ölümün sınırına dayanmıştım, sanki bir düşte yaşar gibiydim. Her neyse! Garib şeyler olmaya başladı. Fezada olduğumu sanıyordum. Aşağıda, parlak bir MAVİ IŞIK içinde dünya duruyordu. Derin mavi denizleri ve kıtaları görebiliyordum. (...) En azından, ruhun hiç olmazsa bir yönünün yer ve zaman kanunlarına uymadığını gösteren belirtiler var. Benim de hayatımdan örnek olarak verdiğim birçok hatıra, sezgi ve yerle bağıntılı olmayan algılama hâdiselerinin yanı sıra bu tecrübeler, ruhun, yer ve zamana ait sebeb-netice ile ilgili kanunlara uymadığını isbatlıyor. Bu da, zaman ve yer kavramımızın ve bunun neticesi olarak da “illiyet” kavramımızın eksik olduğunu gösteriyor..."
Sayfa 324 - İBDA YayınlarıKitabı okudu
inandığımız yerden kırıldık..
Olacaktı, bugün değilse yarın, inanıyordum, bir gün olacaktı ve o günü görmek istiyordum. O yüzden inandım; inandım işte.
Onlar bunu anlamazlar. Hayır, anlamayacaklar. Geçmişte tuhaf görünmekten acı duyardım. Ne görünmesi, düpedüz öyleydim! Her zaman tuhaf biriydim, biliyorum bunu, belki de doğuştan böyleydim. Gülünç biri olduğumu yedi yaşlarımda anlamıştım. Sonra okula başladım, üniversiteye girdim, gelgelelim okudukça gülünçlüğümü daha açık seçik görüyordum. O
Korksam da dayandım doğdum, karıştım insana ve ayrıldım. Ödedim borcumu kim nasıl ödediyse, o ölçüyle beleş vereni sevdim, kafama göre. Kadın avutarak oynadıysa benimle: gerçekten inandım— hoşuna gitsin diye! Güverteler yıkadım kova kova sularla ahmak adamı oynadım akıllı beyler arasında Emek, gazete,şiir, beyit ve kıta sattım— hangisi kolaydı daha Uysal ipte değil, şanlı savaşta, bazen bunu umuyorum son nefesim yatakta. Nasıl olursa olsun, işte hazır hesap da, yaşadım—mukadderat, zaten benden öncekiler de mefta.
Sayfa 246 - NotaBene YayınlarıKitabı okudu
Reklam
21 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.