Merhaba sevgili okur,
Bilen bilir pek severim Mösyö Fournier’i. Otopsim’de bedenini fakülteye bağışlamış, otopsi masasında tüm yakışıklılığı ile yatarken, keyifli mizahî üslubuyla anlatıyor hikayesini. Başına buyruk ve uçların adamı, bu sefer daha itici yönleriyle tanıyoruz ama bir taraftan da onu sevmekten vazgeçemiyoruz.
Öncelikle kitapta Tanrı hesaplaşmaları bulunduğunu söylemeliyim. Ranzalı kalbine çokça kadın sığdıran ayran gönüllü Fournier’e gıcık olmamak elde değil. Bunu yanında sinema, edebiyat, müzik,resim ve sanat ilgisine dair yaşamından kesitler sunuyor. Daha önceki kitaplarına yapılan eleştirilere cevaplar veriyor. Kendine dair kötü özelliklerini çekinmeden söyleyebiliyor.
Kitapta en sevdiğim kısım, edebî incelemeleri özellikle de şiir yorumlamayı otopsiye benzetmesi oldu. Edebî yorumlar ve çözümlemeler yaparken onu nasıl da bölüp parçaladığımızı, sırrını çözemediğimiz gibi üstüne bir de güzelliğini nasıl da mahvettiğimizi söylüyor. Bazı kitapları yorumlarken aynen böyle hissediyorum. Ne söylesem eksik kalıyor ve bazı eserlere haksızlık yaptığımı düşünüyorum.
Dino Buzatti’nin “Tatar Çölü” kitabına şahane bir göndermesi var. Ne demek istediğini sadece kitabın okurları anlar.
Bu kitapla birlikte Moliere’in “İnsandan Kaçan” oyunu okuma listeme eklendi efenim.
Albinoni’nin Adagio’su bu kitabın müziği olsun.
Okumak isteyenlere tavsiyem bu kitapla başlamamaları yönünde olacaktır ama yazarı zaten tanıyanlar için de söylememe gerek bile yok illa ki bir gün okuyacaklardır.