Herkes gerçeği kendisinin bildiğini düşünüyor, karşısındakilerin bunu anlamıyor olmasından acı çekiyor, göğsünü yumrukluyor, ağlıyor, kıvranıyor, ellerini ovuşturuyordu. Kimi yargılayacaklarını, nasıl yargılayacaklarını bilmiyorlar; neyin iyi, neyin kötü olduğunda anlaşamıyorlardı. Kim suçlanacak, kim aklanacak, kimsenin bildiği yoktu. İnsanlar
varoluş -bu müphem, esrarengiz, azap verici, rüya gibi gelip geçici varoluş- meselesinin bizim için ne kadar büyük ve yakin bir mesele olduğu düşünülecek olursa, bir kimse onun diğer bütün meseleleri ve amaçları gölgelediğini derhal fark eder; -ve birkaç nadir istisna dışında bütün insanların bu mesele hakkında açık bir fikre sahip olmadığı, hatta ondan tamamen habersiz gibi göründüğü, fakat kendilerini bunun dışında bir şeyle meşgul ettikleri; ya meseleyi doğrudan göz ardı ederek ya da yaygın revaç bulmuş bir metafizik sisteminin yardımıyla onu kabule hazır vaziyette ve tatmin olmuş olarak, günlerini gün etmekten başka bir şeyi düşünmeksizin ve önlerindeki daha uzun günleri nadiren hesaba katarak yaşadıkları düşünülecek olursa- insanın ancak en uzak anlamda düşünen bir varlık olduğu fikrine ulaşılabilir ve insanın düşüncesizliğinin yahut budalalığının emareleriyle karşılaştığında özel bir şaşkınlığa kapılmaz; bilakis sıradan insanın zihinsel yahut düşünsel görüş ufkunun, ne geçmiş ne gelecek bilincine sahip, bütün hayatları deyiş yerinde ise ileride olmadığını, arada öyle zannedildiği gibi geniş bir aralık bulunmadığını bilir.
Reklam
...o gün birden bir doktor gelmiş ve bana iyileşebileceğimi söylemişti.Birkaç sözcükle bütün hayatımı değiştirmiş, geçmişime bir anlam yüklemiş, geleceğime dair vaatte bulunmuştu. ... Bu, sıradan bir şans, bir rastlantı olabilirdi; fakat benim için taşıdığı anlamı ve daha sonra bana getireceklerini göz önünde bulundurduğumda, bir mucizeden farkı yoktu. Çok güzel bir mucizeydi. Sırf bana getirdiği iyilikler sebebiyle değil, aynı zamanda yalnızca acı ve yılgınlığın olduğu bir yere inancı inşa ettiği için. Bu büyük “hayat planı”nda hepimizin, en küçüğümüzün bile önemli olduğunu, çünkü hepimizin onun bir parçası olup en küçük bilinmeyenlerin bile önem taşıdığını ve bunların, büyükleri bir arada tuttuğunu göstermişti bana. Bu anlayış sırasında, ne kadar küçük olursa olsun, benim de bir rolüm olduğunu gördüm.
Yalnız bir opera
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim Ben sende bütün aşklarımı temize çektim imrendiğin, öfkelendiğin kızdığın, ya da kıskandığın diyelim yani yaşamışlık sandığın Geçmişim dile dökülmeyenin tenhalığında kaçırılan bakışlarda gündeliğin başıboş
_UYUYORSUN! Rüyadasın. Gece gündüz demeden rüya görüyorsun. Bazen açık bazen de kapalı gözlerle. Hakikat değilsin. Rüya gören bir zihin, hakikati göremez ve hakikati de bir hayale dönüştürür. Gerçekle yüzleşirsen gerçek, hakikate dönüşür; kaçarsan yalanlar içerisinde yaşarsın. Uyan! Uyanık ol. Uyanık olmak hedeftir. Sessizlik içinde düşünerek
Whitney! Senden âlâ yosma, Vegas'ta dahi yoktur. Puşt.
Genç kadının karmakarışık düşünceleri nefret ettiği o derin ses tonuyla bölündü. "Günaydın." Whitney, nefret dolu gözlerle hâlâ kapıda beklemekte olan Clayton'a baktı. Clayton'ın sıradan selamına karşılık dilinin ucuna gelen birkaç terbiyesiz yanıtı yutuverdi ve genç adamın yakası açık bembeyaz gömleğine, gri binici pantolonuna, parlayan siyah çizmelerine kibirli bir bakış fırlatarak, "Siz at sürebiliyor musunuz?" dedi. Sesi buz gibi çıkmıştı. "Günaydın," diye tekrarladı Clayton usulca. Genç adamın yüzünde hâlâ anlamsız bir tebessüm vardı. Whitney tek kelime etmeden aceleyle Clayton'ın yanından geçip gün ışığıyla parlayan açık havaya çıktı. Genç kadın Clayton'ın peşinden gelmesini ya da orada kalmasını umursamadığını belli eder bir tavır takınmıştı.
Sayfa 184
Reklam
372 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.