Nitekim müşrikler, Mîrâc hâdisesi üzerine derhal bir yalanlama furyası başlatmışlardı. Maksatları, mü’minlerin kalbine şüphe ve vesvese tohumları ekerek onları îmândan çevirmekti. Bu sebeple pek çok sahâbîye gittikleri gibi Hazret-i Ebûbekir’e da gittiler ve ona müstehzî bir tavırla:
“–Duydun mu, seninki semâlara çıktığından bahsediyormuş. Peki ya buna ne diyeceksin?” dediler.
Hazret-i Ebûbekir ise büyük bir îman vecdi içinde, müşriklerin kulaklarına daha önce hiç duymadıkları ve bedbahtlıklarını bir kat daha katmerleştiren şu dâsitânî sadâkat cümlelerini nakşetti:
“–O ne söylüyorsa doğrudur!.. Çünkü O, aslâ yalan söylemez! Ben O’nun her getirdiğine peşînen inanırım!” (İbn-i Hişâm, es-Sîret, II, 31)
Şirkin temsilcileri, iğvâ ve vesvese teşebbüslerinin akîm (başarısız) kalmasıyla, kendilerine kahrederek bir kez daha elleri boş döndüler.