“Aşıktım ve dünyanın geri kalanının gözümde zerrece değeri yoktu.”
Tarık Tufan ne yazsa alırım, hepsini severek okuyorum; gerçekten kalemini çok beğeniyorum.
Kitabı okurken ana karakter Orhan yüzünden duygu durumum sıkça değişti. Bazen sinirle yakasını ellerimin arasına alıp “Kendine gel Orhan!” demek isterken, bazen “Ah be Orhan yaktın kendini güzelim” diye merhamet doldum. Bir üniversite öğretim görevlisi iken, Firdevs’le tanışan ve ona karşı duyduğu mantıksız aşkı yüzünden hayatının savruluşunu izliyoruz. Zaten hangi aşkta mantık aranır ki? Yazarımız bu kısımlarda karşıklıksız aşkın doğurduğu hisleri gerçekten çok güzel anlatmış, yeri geliyor Firdevs’i ben beğeniyor oluyorum :)
Orhan Firdevs’ten aşkın ve vedanın ne demek olduğunu öğrenince kendini Saklıkuyu denilen bir mevkiide inzivaya çekilmiş bulur ve orada karşılaştığı üç kişi ona ‘biliyorum’ dediği her şeyi tekrar sorgulatır. Saklıkuyuda da yarım kalan aşk hikayeleri vardır ancak orada bir de Ahmet Hilmi Bey vardır ve kendine dair bütün sorgulamaları tekrar yaptırır Orhan’a. Hepimizin hayatta bir Ahmet Hilmi Beyi olsun, bu karakteri çok sevdim.
Saklıkuyunun ismini, sakinliğini, hayatın devam ettiğini gösteren Defne’yi, hüzünlü gözleriyle Belma’yı çok sevdim. “Orhan sen buradan temizlenip çıkarsın canım kardeşim” diye sadece ben düşünmüş olamam:)
Kitabın sonu sizi şaşırtarak bitse de aklınızda devamı yazılıyor; şahsen ben dün gece rüyamda alternatif bir devam sahnesi yazmış bulundum