_Hayat öylesine sürprizlerle doludur ki, sırtındaki küfeyi alır kiminden, elmasları yükler taş yerine. _Onların zırvalara inanmalarının sebebi, cahillikleri. _Sefil egolarının değer ölçüleriyle ölçüp, gerçeğe, güzele ve iyiye ağızlarından salyalar saçarak nutuk çekiyorlar. _Köle tiplerden oluşmuş hiçbir devlet yasayamaz. Köleden doğan yine köle
Timur ile Hüseyin, Maveraünnehir'in büyük bir bölümünü düşmandan geri aldılar. Ama Hüseyin eniştesine isyan etti. Nedeni tahmin edilebilir. Ortaklıkta Hüseyin'in katkısı daha büyüktü: birliği daha kalabalıktı; cebi dolu ve kökeni daha soyluydu. Buna karşın, Timur'un askerler arasındaki itibarı, kişisel değeri, savaşçı yetenekleri hiç kuşkusuz, Hüseyin'den çok daha üstündü. Hüseyin yenildi. O devri anlatanların dediklerine göre Timur, hayatını bağışladı. Ama subayları -gene anlatılanlara göre- komutanın emrine rağmen Hüseyin'i öldürdüler. Hüseyin, kendisini bekleyen son konusunda hiç hayale kapılmamıştı; yenilgiden sonra, yıkıntılar arasında saklanmak istemiş, sırtındaki giysinin ucu onu ele vermişti. Timur'un gene de idam emrini vermek istemediğini düşünebiliriz. Şöyle demişti sadece: "İhanetiyle senin onurunu kıranı zamana ve kadere bırak; onlar senin öcünü senden daha iyi alacaktır!" Zaman ve kader, hemen Hüseyin'den intikam aldı.
Sayfa 247 - Doğan Kitap YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Necid Çöllerinden Medine'ye
Nâr-ı beyzâ mı nedir, öğle zamanında güneş? Tepesinden döküyor beynine âfâkın ateş! Yıldırım yağmuru şeklinde inen huzmesine, Siper olmuş yanıyor çöldeki çıplak sîne. San’atin sırrını ressâm-ı ezelden okuyan; Rûh-i ma’sûmu bütün hilkati kendinde duyan; Şimdi yerlerde şafak, şimdi bulutlarda bahar; Şimdi tûfân-ı ziyâ, şimdi köpük, şimdi
Anadolu köylü kadınını da ilkönce burda gördüm. Pazar yerinde gördüm onu. Sırtındaki odun yükünü indirmeden çömelmişti duvarın dibine. Kabuğundan çıkmış kocaman iki kaplumbağaya benzeyen ayaklarını gördüm. Ellerini gördüm : Odun yükünün urganını tutan mübarek elleri baltanın sapındaymışlar gibi öfkeli, beşik sallıyorlarmış gibi sabırlı ve
Süper sınıfın hayaletleri
Ne kadar sapkınca! Tam her sey yolunda görünürken ve aileler akşam yemeği için bir masanin başında bir araya gelmişken, Süpersınıf hayaleti beliriverir ve gerçekleşmesi olanaksız hayaller satar: lüks, güzellik, güç. Ve aile paramparça olur. Baba,oğluna son çıkan spor ayakkabısından alabilmek için fazla mesai yapar; yoksa oğlu okulda dışlanacaktır. Karısı, arkadaşlarının sırtındaki son moda giysileri para olmadığı için alamadiğından için için ağlar. Yeniyetme çocuklarn, inanç ve umudun gerçek değerlerini öğreneceklerine, yalnızca şarkıcı ya da film yıldızı olmanın hayallerini kurarlar. Taşra kasabalarındaki genç kızlar, bir türlü gerçek kimliklerini edinemezler ve büyük kente gitmeyi düşünmeye başlarlar: Bir mücevher sahibi olabilmek için her şeyi, ama her şeyi yapmaya hazırdırlar. Adalete yöneltilmesi gereken bir dünya, tam tersine, altı ay geçmeden hiçbir değeri kalmayacak ve yenisi alınması gerekecek maddi şeylere odaklannmaya başlar;
BİR YİĞİTLİK ANI -STEFAN ZWEİG Dostoyevski, Petersburg, Semenowsk Alanı 22 Aralık 1849 Gece yarısı uykusundan uyandırıp sürüklediler onu, Kılıç şakırtıları duyulur hapishanenin avlusunda Ve buyurgan sesler; bu bilinmezlikte Titreşir korkutucu gölgeler birer hayalet gibi. İleriye doğru itiyorlar onu ve derin bir dehlizden
Reklam
BİR YİĞİTLİK ÂNI
Gece yarısı uykusundan uyandırıp sürüklediler onu, Kılıç şakırtıları duyulur hapishanenin avlusunda Ve buyurgan sesler; bu bilinmezlikte Titreşir korkutucu gölgeler birer hayalet gibi. İleriye doğru itiyorlar onu ve derin bir dehlizden geçiliyor Uzun ve karanlık, karanlık ve uzun. Bir sürgü gıcırdıyor, bir kapı gacırdıyor; Gökyüzünü ve
BİR YİĞİTLİK ÂNI
Dostoyevski, Petersburg, Semenowsk Alanı 22 Aralık 1849 Gece yarısı uykusundan uyandırıp sürüklediler onu, Kılıç şakırtıları duyulur hapishanenin avlusunda Ve buyurgan sesler; bu bilinmezlikte Titreşir korkutucu gölgeler birer hayalet gibi. İleriye doğru itiyorlar onu ve derin bir dehlizden geçiliyor Uzun ve karanlık, karanlık ve
Can YayınlarıKitabı okudu
Silahşör
Silahşor tepeden ağır ağır indi. Sırtındaki su tulumları sakırdayan katırın yularını çekiyordu. Cansız gibi gözüken mısır tarlasının yanında durdu. Ağzında tükrük oluşması için bir yudum su içti. Sonra da kupkuru toprağa tükürdü. «Ürünün yaşasın.» Delikanlı, «Sen de yaşa,» diye cevap vererek doğruldu. Sırtı kolaylıkla duyulacak bir biçimde çatırdadı. Silahşoru korkusuzca süzdü. Saçları ve sakalının arasından gözüken suratında o hastalığın izleri pek yokmuş gibiydi. Bakışları biraz delice olmasına karşın, aklı başında gözüküyordu. Delikanlı, «Mısır ve fasulyeden başka bir şeyim yok,» dedi. «Ama fasulyeye karşılık senin de bir şeyler vermen gerekir. Fasulyeyi arada sırada bir adam getiriyor. Ama burada fazla kalmıyor.» Kahkaha attı. «Ruhlardan korkuyor.» «Herhalde senin de hayalet olduğunu düşünüyor.» «Herhalde.»
Beyaz Mantolu Adam
Kalabalık bir topluluk içindeydi. Başarısızdı. Parası yoktu. Dileniyordu. Caminin önündeydi. Büyük bir camiydi bu. Minareleri, kubbeleri, kemerleri ve parmaklıklı pencereleri filân hepsi tamamdı. Özellikle avlusu: dilenenler için en önemli yer. Bir kenarda duruyordu. Hiçbir hüner göstermediği için ya da acındırıcı bir garipliği olmadığı için
Sayfa 13 - Sinan Yayınları 1973 - İletişim Yayınları Bütün Eserleri 4 İstanbul 1987 2.BaskıKitabı okuyacak
Resim