Fournier babasını, çocuklarını, eşini, dul kalışını ve ardından kedisinin de ölümüyle gelen yalnızlığı anlattıktan sonra sahneyi annesine bırakıyor. Her anlatısının detaylarında karşımıza çıkan Marie Therese bu defa başrolde…
Marie Therese genç yaşta Paul Fournier’e aşık olduğunda onu gerçek anlamıyla tanımıyordu. Onları biraraya getirenlerin Paul’u yola getirmesi için kendisini seçtiklerini de bilmiyordu. Genç Marie’nin omuzlarına nasıl bir yük yüklediklerinin farkında değillerdi. Kocasının bir alkolik olduğunu ise çok sonra öğrenecekti. Marie birden kendini bir ev hanımı olarak buldu, çalışmasına karşı çıkıldı. Çocuklarını tek başına büyütmeye çalışırken hayatın zorluklarına göğüs germek zorundaydı. Aslında hemen hemen her annenin katlandığı türden zorluklardı bunlar. Onun şanssızlığı haddinden fazla zorlukla mücadele etmek zorunda kalmasıydı.
Fournier anılarından ve bazı fotoğraflardan yola çıkarak annesini anlatırken okuru Marie’nin hikayesine ortak ediyor. Yine duygusal yoğunluğu olan satırlar ve aynı zamanda kahkaha attıracak olaylar bizi bekliyor.
Çoğu anne çocukları için fedakarlık yapmaktan kaçınmaz, kimileri kadın olmaktan ve kendi hayatından bile vazgeçebilir. Belki bizim hatırlayamacağımız engellerle savaşmış olabilirler. Günün sonunda olumsuzlukları bize hissettirmeden uykuya dalmamızı sağlayan tek kişi de yine annedir. Bu kitap bunu canlı örneklerle bize tekrar hatırlatıyor.
Yine ve yine hayran kaldım. Siz hala Fournier okumadıysanız acele edin!