Sonsuzluğu kavrayamayız.
Eğitim ve öğretim yılları boyunca bizde iz bıraksın diye çabalanan romantik, politik, entelektüel, metafizik ve ahlaki bütün inançların doğamızın en derinindeki sunakta alabora olduğu bu günlerde, büyük hiyerarşik dalgaların kat ettiği yer yurt olan toplum, anlamın hiçliğine gömülüyor. Zenginler ve yoksullar, düşünürler, araştırmacılar, karar vericiler, köleler, kibarlar ve kötüler, yaratıcılar ve vicdanlılar, sendikacılar ve bireyciler, ilericiler ve tutucular, hepiniz dışarı! Ortalama primatın genetik haritasına kayıtlı yüz buruşturmaları ve gülümsemeleri, yaklaşımları ve süslemeleri, dil ve kodlar tek bir anlama geliyor: Ya safa girersin ya da ölürsün.
Bu günlerde sanata umutsuzca ihtiyacınız var. Tinsel yanılsamanızla bağ kurmayı coşkuyla arzuluyorsunuz, bu dünyadan şiirin ve yüceliğin bütünüyle bertaraf edilmemesi için bir şeylerin sizi biyolojik yazgılardan kurtarmasını tutkuyla diliyorsunuz.
O zaman, bizim tahakkümcü türümüze özgü gelenek ve görenekler olan çekişme ve mücadelelerin elbirliğiyle ettiği danstan kurtulabilmek ve bu patetik tiyatroya sanatın ve önemli eser lerinin damgasını vurabilmek için ya bir fincan çay içiyorsunuz ya da bir Ozu filmi seyrediyorsunuz.
Beden gerçekliğimizi saklar, ışığımızın veya gölgemizin üzerindeki katmandır. Gerçeklik ruhtur. Kesin konuşmak gerekirse, yüzümüz bir maskedir. Gerçek insan tenin altındakidir.