Sanatın yüceliği. Ruhun gize büründüğünü, sessizce nefes alan belagati, "gök yüzüyle birleşen güzellikleri", asla gözümüzle göremediğimiz ama içimizde olduğunu bildiğimiz güçlü ve gizli bir sempatiyle, varlığını kavrayabildiğimiz evrensel özümüzün hiç değişmediğini, kurallarla ve mütalaayla değil de, doğaya yaklaşarak öğrenmeliyiz.
Bu, her şey ince elenip sık dokunarak değil duyguyla erişilebilecek bir olgudur, onu başka yerde ararsak, düzenli ipuçlarını kaçırırız ve bunun doğasını kavramaya çalışırken, sanat ruhunun yitip gitmesine neden oluruz. Sözün kısası, güzel sanat olarak değerlendirilen objeler sadece göze değil aynı zamanda zevke de hayal gücüne de, yani, insanın doğasında var olan güzellik, zevk ve güç anlayışına da hitap eden eserlerdir; bu zarif anlayışla tasvir edilir ve buna mukabil iç güzellikleri görüntülerine yansır. Doğa, aynı zamanda bir lisandır. Tıpkı sözcükler gibi nesnelerin de anlamları vardır ve gerçek sanatçı, bu dilin tercümanıdır;
nasıl yapacağını biliyor olması sayesinde binlerce durumu binlerce nesneye uygulayabilir. Bu sebeple, göz masmavi bir gökyüzünün sıcak tonlarını soğuk tonlarından ayırt ederken kendi rehberi olamayacak kadar kördür, bu noktada başka bir duyu yol gösterici olur ve asla hata yapmaz.