Saat sekizde ders başlardı. Orta kısım sınıfları dersliklere, sanat ve tarım işyerlerine, biz de sınıflarımıza dağılırdık. Bazı derslerimiz çok renkli geçerdi. Tartışmalı ve araştırıcı bir hale girerdi. Örneğin, Batı edebiyatı dersinde Sabahattin Eyuboğlu, ta başlangıçtan bu yana büyük Batı yazarlarının seçme birer metnini teksir ettirir, bir hafta önceden dağıtırdı. Metni tekrar tekrar okur, incelerdik. Sonra derste yazarın çağını, o zamanki fikirlerini, dünya görüşünü, yazarın getirdiği yeni anlayışı bir bir arar bulurduk. Didik didik ederdik yazıyı. Diyebilirim ki o metinler ve inceleme metodu aynen uygulansa, bugün okullarımızda edebiyat dersleri çok farklı, çok yararlı hale girer. Ezber okumaktan kurtulunur. Anlama ve sevme niteliği önem kazanır. Öyle metinlerdi ki, aradan yirmi geçti, pasajlar hala ezberimde, ulaşılmaz güçleri içimde hala taptaze. Sokrates, Eflatun, Epiktetos, Sophokles, Montaigne, Voltaire, Rousseau kendi cümleleriyle, kendi fikirleriyle yaşar durur bende.
En temel tümdengelimli akıl yürütme, şu kıyasta görülür: "Tüm insanlar ölümlüdür; Sokrates bir insandır; o halde Sokrates ölümlüdür." Milletin yoldan çıkıp, "Tüm insanlar ölümlüdür; Sokrates ölümlüdür; öyleyse Sokrates bir insandır" türünden yanlış akıl yürütmelere düşmesi şaşırtıcıdır. Bunun, "Tüm insanlar ölümlüdür; bizim kedi ölümlüdür; öyleyse bizim kedi bir insandır" türü bir akıl yürütmeden hiçbir farkı yoktur.
Cehalet mutluluktur demişti ya Sokrates. Yeni anladım ne demek istediğini. Bazen bilmek, haber almak kaygıyı artırmaktan başka bir işe yaramıyor. Bazen bilmek, hayal kurmaya bile engel.
Ve seviyorum ben, sonunu bile bile...