Bazı kitaplar vardır, ilk sayfasında değil, son cümlesinde sarsar insanı. Jamal tam da böyle bir kitap. Sessizce başlar, ama bittiğinde iç sesinizi susturamazsınız. Selahattin Demirtaş, politik bir figürden çok daha fazlası olduğunu bir kez daha gösteriyor ve bu kez yargıların değil, kelimelerin gücüyle karşımıza çıkıyor.
Kitap, sadece adını taşıyan bir öyküyle değil; kadınların, çocukların, yoksulların, göçmenlerin ve susturulanların hikâyeleriyle dolu. Her öykü bir yara gibi açılıyor, ama öyle bağırmadan, ajitasyona kaçmadan...
Her cümle, duyulmayanların sesi, görülmeyenlerin aynası. Bu kitapta duygu var ama duygu sömürüsü yok. Adalet var ama klişe adalet kavramlarından uzak ve en önemlisi: İnsanlık var, vicdan var...
Cezaevinden yazılmış olması bu kitabı daha da derinleştiriyor. Çünkü dışarıyı içeriden görmeye çalışan biri değil; içeriden, içeride olanı anlatan biri konuşuyor, bu da kelimelere bambaşka bir ağırlık yüklüyor.
Jamal, sadece bir öykü kitabı değil. Bir yüzleşme, bir hatırlatma, bir çağrı… Bazen bir çocuğun ayakkabısında, bazen bir annenin bakışında, bazen de bir sınır kapısının ardında gizlenmiş insan hikâyeleriyle dolu. Bittiğinde yalnızca bir kitap kapağını değil, kendi iç dünyanı da kapatıyorsun ama kolay kolay unutamıyorsun…
“Birbirimizin dilini konuşamıyorduk, ancak iyiliğin evrensel diliyle anlaşmak zor değildi.”