Bir yara vardır, çocukken düşersin, diz kapağın kanar, sonra kabuk tutmaya başlar, hafif hafif kaşınır, işte tam oradayım.
Yanlışlıkla zihnimin bir yarasına dokundu bilincim ve unuttuğum bir yarayı hatırladım. Düştüğüm gün geldi aklıma, o gün yanımdaki insanların sesini duymak ciddi bir zaman makinesi bu konuda.
Elinle dizindeki kalın kabuğu kaldırırsın ve azıcık daha kanar ama asla ilk günkü gibi değil.
Bilincim kaşımak konusunda ısrarlı, aynı şeyleri yapıp farklı sonuç bekliyor. Zihnim ise oraya ne kadar dokunursam o kadar geç iyileşeceğini biliyor. Geçmişi kaşıdıkça daha çok iz kalacak. Biraz dikkat dağıtıp, oraya yumuşak, şefkatli, insanî, bilge sözler sürersem daha kolay olacak her şey.
Zaman geçince dizindeki yara da iyileşir, gerekli bakımı yaparsan iz bile kalmaz ya, unutursun ya düştüğünü, hatta başkaları anlatır, sen çocuk masumiyetiyle dinlersin ve oyuna devam edersin.
Bu hayat oyununda zihnimin yaralı kısmını bana hatırlatan sokağa girmeyeceğim, düşmeme sebep olan taşı da affettim, tekme atmıyorum artık, alıp kenara koydum. Şu an beni düşürdü ama belki yeni yerinde çiçek açıp birilerini gülümsetir. Hatta ben bile unutup yanından geçip gülümserim, sonra bilinçaltım bana o günleri yeniden anlatsa da kafamı çevirip yoluma devam ederim.
Küçük çocuk büyüyecek, yeni oyunlar oynayacak, bu sefer daha dikkatli. Bir gün bakacak incecik bir kabuk olmuş yarası. Kaşınmıyor, kanamıyor, merheme gerek yok. Adım adım iyileşecek.