Sıkça hatırlar insan ve hatırlamak büyük bir yorgunluktur. Kendi çocukluğunu, çocukluğundaki insanları, büyüme serüvenini, ilk doğum gününü hatırlar. İlk doğum günü ona ilginin güzel ve gerekli olduğunu öğreten ilk hayat ikaz günü de olmuştur aynı zamanda. 3 – 5 yaşında başlar insan hayatı yük etmeye kendine. Daha kendini anlamadan büyükleri, anası babası ağabeyi ablası beni anla, dediğimi yap, şöyle olsana isimli can yakan kelimelerden üretilmiş kurşunlarını sıkarlar çocuk olan senin zihninin üstüne üstüne.
Cümlelerden sıktıkları kurşunlar öldürmez ama ağır yaralar, ömrünün sonuna kadar beraberinde gelecek olan yeni ağırlıklar olup eklenir zihin çekmecelerine. Önceleri sen de dert etmezsin, eline geleni atarsın çekmeceye. Yürürsün düşersin, kalkarken yerden alırsın kanayan dizinin acısını atarsın çekmeceye, yürümeye devam edersin, ilk sevildiğindeki kalp çarpıntını, ilk öpüştüğün anda hissettiğin o garip duyguyu, sevilip sevilmediğini sorguladığın o ilk günkü gözyaşlarını, ilk reddedilişini, ilk terkedilişinde tekmelediğin taşlı yollardan havaya kaldırdığın hayal kırıklıklarına benzeyen içi boş tozu dumanı, kavga ettiğinde yediğin yumruklara karşılık veremeyişlerinin öfkesini, hakkın yenildiğindeki haklı hazımsızlıklarını ve daha 32 kısım tekmili birden yaşadığın yerli yersiz korkunu, endişeni, keşkeni, ofunu, pufunu atar durursun zihnindeki farklı çekmecelere.