Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
EFELYA'dan... ........ Elif, Ferhat'ı daha yakından tanımak için, çocukluğuna dair hatıralarını anlatmasını istedi ondan; sonra sesine bir avuç fesleğen katıp: “Dur, önce anneni anlat, çok merak ediyorum, yaşıyor değil mi?” “Yaşıyor değil mi?” cümlesiyle Ferhat birdenbire dağılmıştı. “Hayır, yaşamıyor; çocukken kaybettim
Serap gizemli bir şekilde gülümsüyordu. "Birbirlerini çok sevmeleri aldatmayacakları anlamına gelmiyor..." Cem bu düşüncenin Serap tarafından seslendirilmesinden hoşlanmamıştı. "Doğru... Ama bence Neşet Akıncı'nın karısı öyle bir kadın değildi." "Nasıl bu kadar emin olabilirsin Cem? İnsanlar her şeyi
Sayfa 29 - Can YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Sokak Nöbetçileri
"Beş çocuğun kahkahalarını odadan duydum ayrıca o beş çocuğun ağlayışlarını. Bartu Sarca duvarları yumrukluyordu hırsla ve annesini bulmak istediğini söylüyordu, yaş on yedi. Lâl Sarca hepimizden nefret ettiğini dile getiriyor, defalarca kaçmaya çalışıyordu, yaş on iki. Işık Sarca bana en acısız ölüm nasıl olur diye soruyordu, henüz yaşı on üç. Mutlu Sarca kimse beni böyle sevemez diye yastıkları fırlatıyordu, yaş on dört. Kapıyı kapatmadan önce o beş çocuğu gördüm, kendimle beraber. Basamaklarda oturuyorlardı ve arkalarında, hemen arkalarında Helin'in ve Koza'nın çocuklukları vardı. Yaşanmasa da Helin, çok canımı yaktı, diye ağlıyordu bana yaş on yedi. Hiç mi sevilmeyeceğim diye soruyordu Koza, yaş altı. Ve ben duruyordum, hepsine cevaplar veriyordum, kendim soru bile soramıyordum fakat sorsaydım derdim ki, sarılsan geçer mi, yaş sekiz, yaş dokuz, yaş on. Hayır, yaş yirmi. Hayır, yaş şuan aslında." YANKI SARCA (UMUT GÜNEŞ)
Bartu Sarca duvarları yumrukluyordu hırsla ve annesini bulmak istediğini söylüyordu, yaş on yedi. Lal Sarca hepimizden nefret ettiğini dile getiriyor, defalarca kaçmaya çalışıyordu, yaş on iki. Işık Sarca bana en acısız ölüm nasıl olur diye soruyordu, henüz yaşı on üç. Mutlu Sarca kimse beni böyle sevemez diye yastıkları fırlatıyordu, yaş on dört. Yaşanmasa da Helin, canımı çok yaktı, diye ağlıyordu bana yaş yedi. Hiç mi sevilmeyeceğim diye soruyordu Koza, yaş altı. Ve ben duruyordum, hepsini cevaplar veriyordum, kendim soru bile soramıyorum fakat sorsaydım derdim ki, sarılsan geçer mi, yaş sekiz ,yaş dokuz, yaş on. Hayır, yaş yirmi. Hayır, ya şu an aslında.
Hitler’in emir subayı hava albayı Von Below, sığınağı 30 Nisan gününün ilk çeyrek saatinde terketti. Von Below sekiz yıldan beri Hitler’in yakınında bulunuyordu. Bu sebepledir ki, Hitler’le Eva Braun’un evlenmelerinden sonra düzenlenen merasime davet edilmiş ve Hitler’in özel vasiyetnamesini de şahit sıfatıyla imzalamıştı. Hitler’den şahsî
Tayyip Genelevde 3
Tayyip’in derdi onları değil, onlardan alacağı oylarla kendini kurtarmaktı. O gün genelevde bir dram yaşanıyordu. Bazı kadınlar ağlıyordu. Birinin sözü Erdoğan ve arkadaşlarına propaganda malzemesi olacaktı. “Başkan sen bizi kurtaramazsın. Bize senet imzalattılar. Ne kadar olduğunu bilmiyorum. 13 yaşında bu tuzağa düştüm. O gün bugündür borç ödüyorum. Şimdi bir küçük kızım var, sen onu kurtar...” 26 Aralık 1993 tarihinde Sabah Gazetesi’nde Nuriye Akman ile yaptığı röportajda Genelevleri kapatma konusunda kesin kararlı olduğunu söylüyordu. Kendi nefsi için istediğini başka nefisler için de isteyeceğini anlatan Erdoğan, “Sizin istemediğinizi onlar istiyorsa” şeklindeki soruyu da “Ona şunu sorarım. Siz kızınızın, eşinizin böyle bir yerde sermaye olarak kullanılmasına müsaade eder misiniz? Bu bir kadın sömürüşüdür. Ben buna evet dersem ne insanlığa bunun hesabını verebilirim, ne de beni yaratan rabbime...” Akman, “Sorun genelev kapatmakla çözülebilecek mi” şeklinde bir soru yöneltiyor, Erdoğan onu şöyle yanıtlıyordu:
Reklam
Atatürk’ün cenaze töreni gibi bir olay daha önce hiç görülmemişti. Üzüntüyle gurur yan yana yaşanıyordu. On yedi ülke özel temsilcisini gönderirken, dokuz ülkeden de korteje katılması için askeri birlikler gelmişti. İngiltere’yi Gelibolu Savaşı’nda adı duyulan Feldmareşel Lord Birdwood, Fransa’yı (kızına Atatürk’ün özel ilgi göstermiş olduğu) İçişleri Bakanı Albert Sarruat, Nazi Almanyası’nı ise Baron von Neurath temsil ediyordu. İngiliz denizcileri 1922 yılında son padişahın kaçarken bindiği HMS Malaya gemisiyle gelmişlerdi. 1936 yılında Kral V. George’un cenazesinde İnönü Türkiye’yi temsil etmişti. Şimdi de İngiltere, dünyanın diğer ülkeleriyle birlikte Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanına saygısını gösteriyordu. Atatürk’ün, ülkesini tamamen bağımsız, uygar ülkeler topluluğunda saygın bir üye yapma amacı gerçekleşmişti. Ya Türk halkı? Önce Dolmabahçe Sarayı’na gelen sonra da korteje eşlik eden kalabalık olağanüstüydü. Çoğu ağlıyordu. İnönü cenaze töreninde yaptığı konuşmada halkın ruh halini yakaladı. Konuşmasını “Eşsiz kahraman Atatürk; vatan sana minnettardır” sözleriyle bitirdi. Atatürk’ün Türklerin ulusal kahramanı olduğundan kimsenin kuşkusu yoktu. Onun rejimini beğenmeyenler bile ülke topraklarından yabancı işgalcileri kovan bir “Halâskâr Gazi” olduğunu kabul ediyorlardı. Yanıtlanması gereken tek soru, onun vizyonunu paylaşan ve reformlarını destekleyenlerin kaç kişi olduğuydu. İngiltere büyükelçisi Sir Percy Loraine, “Onun için gereken yas tutuluyor. Cenaze töreninde sıradan insanların samimi üzüntüsü kolayca anlaşılıyordu,” raporunu verdi.
Sayfa 601 - Remzi kitabeviKitabı okudu
"Kendimi sanki..." tereddüt etti, kendini ifade edecek sözcükleri arıyordu, "demek istediğim, daha çok kendim oluyorum sanki. Daha çok kendi başıma, tamamen başka bir şeyin parçası olmaktan çıkıyorum. Salt toplumsal gövdenin bir hücresi olmaktan kurtuluyorum. Sana da böyle hissettirmiyor mu, Lenina?" Ama Lenina ağlıyordu. "Korkunç, korkunç," diye tekrarlıyordu. "Nasıl böyle toplumsal gövdenin bir parçası olmamayı istemekten söz edebiliyorsun? Sonuçta, herkes herkes için çalışır. Hiç kimseden vazgeçemeyiz. Epsilonlar bile..." "Evet, biliyorum." dedi Bernard alaycı bir tonla. " Epsilonlar bile faydalıdır!" Ben bile faydalıyım. Keşke olmasaydım!" Kutsal şeylere saygısızlığı Lenina'yı çok şaşırmıştı. "Bernard!" diyerek şaşkınlık ve ıstırap dolu bir sesle kınadı. "Nasıl böyle yaparsın?" Değişik bir tonla "Nasıl yaparım?" diye tekrarladı düşünce içinde "Hayır, asıl soru şu: Nasıl olur da yapamam ya da daha doğrusu -çünkü sonuçta, niye yapamayacağımı biliyorum- yapabilseydim ne olurdu, özgür olsaydım; şartlandırılmam beni köleleştirmeseydi." "Fakat, Bernard, sen korkunç şeyler söylüyorsun." " Özgür olmak istemez miydin, Lenina?" "Ne demek istediğini anlamıyorum. Ben özgürüm. Zamanımı keyifli geçirmek konusunda özgürüm. Şimdilerde herkes mutlu." Bernard güldü, " Evet, 'Şimdilerde herkes mutlu.' Çocuklara beş yaşında öğretiyoruz bunu. Ama başka bir şekilde mutlu olmak istemez miydin, Lenina? Başkaları gibi değil, kendi istediğin gibi."
Sayfa 106Kitabı okudu
gelme artık*
"Madem gelecektin Güney Kore'ye neden daha önce gelmedin?" diye sordu. Bu soru karşısında ne söyleyeceğini bilemedi Jun-sang. Konuşmanın bu kısmında ağlıyordu Mi-ran ve ağzından çıkan kelimelerin altındaki ima hayli barizdi. Evliydi ve çocuğu vardı. Artık her şey için çok geçti.
Sayfa 374Kitabı okudu
Yanıt beklediği falan yoktu elbette, sorularının yanıtı olmamasına, olamayacağına ağlıyordu.
Reklam
Dalmışım görüyordum ki, gayet büyük bir sarayın içinde pek küçük bir pencerenin önündeyim. Bu pencereden, binlerce kişi alacak büyük bir odayı görüyordum. Odanın etrafı, benim pencerem gibi, küçük küçük pencerelerle dolu idi. Her birinde bir adam oturmuş, odayı seyrediyordu. Odanın içerisinde zümrütten, yakuttan yapılmış kürsüler üzerinde başları
Bana karşı her zaman oldukça resmiyken şimdi pek samimi şekilde böyle bir soru sorması beni şaşırtmıştı; dikkatle bakınca, yüzünde öyle bir keder, anıların verdiği öyle bir acı gördüm ki, o sırada asıl onun canının son derece sıkıldığını derhal anladım. Ona bu tahminimi söyledim. İç geçirip mahzun mahzun gülümsedi. Bu çocuğun tatlı, içtenlik dolu
Kesik Kol
Gelin tanış olalım İsi kolay kılalım Sevelim sevilelim Dünya kimseye kalmaz Yunus Emre "dam zengindi. Dünyayı versen doymuyordu. Ver Allah'ım, ver Allah'ım, kulun helal haram demez, yer Allah'ım, diyordu. İstiyordu, her gün daha çok istiyordu. Malına mal, zenginliğine zenginlik katıyordu sürekli. Kimseye bir şey koklatmıyordu. Biriktiriyordu
Hava kahır ve umutsuzluk saçan ürperişlerle yüklüydü. Ağlıyordu sanki duman renkli gök; ve ağaçların yapraklarında soğuk gözyaşı damlaları parıldıyordu. Foma'nın ruhundaysa simsiyah bir karanlık ve sınırsız bir kuraklık hüküm sürüyordu şimdi. Öksüz hissediyordu kendini, tüm varlığını bu düşünce dolduruyordu... Ve bir soru dikiliyordu karşısında yavaş yavaş: Nasıl yaşayacaktı?
Sayfa 139Kitabı okudu
35 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.