Ana kaynaklara inen bu ilginç incelemenin sonucunda şu soru ortaya çıkıyor: doğu Avrupa Yahudilerinin büyük bir çoğunluğunun kökeni Hazar Türklerine mi dayanıyor? Koestler’in bu incelemesi, bu soruya olumlu bir yanıt vermektedir. Eğer gerçek buysa, “Doğu Avrupalı Yahudiler, Hazar, yani bir Türk soyundan geliyorlarsa; Naziliğin, Yahudi düşmanlığının dayandığı temeller tümüyle saçmadır” diyor Koestler. Ve Hitler, Semit bir soyu yok edeyim derken, Kafkasya’dan gelen bir halkı ırk kırımına uğratmıştır.
Psikolojik olarak inanıyor olma konusunda bir adım daha ileri gittiğimde, gerçeğin düşmanı olarak inançların mı, yoksa yalanların mı daha tehlikeli olduğu sorusuyla karşılaşıyorum. İşte o zaman şu soru önem kazanıyor. Acaba yalanla inanç arasında bir fark var mıdır? Tüm dünya bunların birbirlerinden farklı olduklarına inanıyor fakat tüm dünya buna zaten hep inanmıştır! Her inancın bir tarihî vardır ve ilkel çağlarda pek çok farklı türü denenmiş, sonunda yanlış olduklarına karar verilmiştir.
Reklam
Eğer ölüm herkes için olağan ve meşru bir sondan ibaretse insanların ölmelerine engel olmak niye? Bir tüccarın ya da memurun fazladan beş, on yıl yaşamasının kime ne faydası var ? Tıbbın gayesini, ilaçların acıları hafifletmesi olarak görürseniz kaçınılmaz olarak şu soru çıkar: Acıları hafifletmenin amacı nedir? İlk olarak, acıların insanı kusursuzluğa götürdüğü söylenir. İkinci olarak ise, eğer insanoğlu acılarını haplarla ve damlalarla hafifletebileceğini öğrenirse, bugüne kadar onları hem her türlü kötülükten koruyan hem de onlara mutluluk bahşeden dini ve felsefeyi tümüyle terk edebilir.
Hristiyan Kilisesi daha ilk yüzyıllarda İsa'nın simgesel değil, gerçekten ıstırap çektiğini ortaya koymuştur, bunu biliyorum. Tabloda, yediği yumruklardan bozulmuş, korkunç derecede şişkin, kanlı çürüklerle dolu bir yüz var. Gözler açık, gözbebekleri kaymış... Kocaman, irileşmiş gözleri garip, donuk bir ölü parıltısıyla ışıldamakta. İşin garibi, işkence çekmiş bu adamın ölüsüne bakarken insanın aklında özel, ilginç bir soru belirmekte: Onun müritleri, havarileri, çarmıhı çevreleyen kadınlar ve ona inanıp yoluna baş koyanların hepsi, şu ölüye- kesin bunun gibiydi- bakarken bu din şehidinin dirileceğine nasıl inanabilmişlerdir?
Sayfa 511
Ülkelerimizi istila ettiler, işgal ettiler,bizi aşağıladılar. Aklıma gelen ilk soru şu: Bunları yapmalarını niye engelleyemedik? Yoksa biz şiddet karşıtıyız da ondan mı Hayır,değiliz. O zaman nasıl oldu da bizi istila edip, boyun eğdirip, aşağılaya bildiler?Bana diyeceksin ki, çünkü biz zayıfız, bölünmüşüz, örgüt süzüz, teçhizatımız yetersiz. İyi de niye zayıfız? Niye Batı'nın kiler kadar güçlü silahlar üretmekten aciziz? Sanayimiz niye geri? Sanayi devrimi niye bizde değil de Avrupa' da gerçekleşti? Niye biz az gelişmiş, zayıf ve bağımlı ülkeler olarak kaldık? Başkalarının suçu, başkalarının suçu diye hiç durmadan yineleyebiliriz. Ama er geç kendi eksiklerimizle, kendi kusurlarımızla, kendi sakatlıklarımız la yüzleşmemiz gerekecek. Er geç kendi yenilgimizle, bizimki gibi bir medeniyetin uğradığı devasa tarihsel bozgunla yüzleşmemiz gerekecek. "
Neyin nesisin sen?
neyin nesisin sen? soruyu sorduğuma bakma, biliyorum: birinci ne benim, ikinci nesin sen. yıllar yılı baktım aynalara, kör duvarlara, çıkaramadım hatlarımdaki hattın anlamını, kendim için neyim, senin için tamıtamına ne, sendeki ben neyin sesi, bendeki sen neyin sesi, kulak verdik birbirimize: gözlerimiz içiçe geçti, neyin içinde kimbilir ve nasıl pekişti. vazgeçiyorum kendimdeki sfenksin bilmecesinden, sormayacağım bir daha yüzüme dönüp: neden, kimin, neyin nesisin sen? buzdur her soru, sorular gelir dağ kurar- bıraktım erisinler, aksın su, biriksin taşsın: kimin, neyin sisisin sen?
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.