İnsanlar, yaşamlarının gayesi ve sonları hakkında bir sorgulama yapmalı; onu körleştiren, pasifleştiren, zavallı ve acınası bir kişiliğe dönüştüren bütün yapılardan arınmalıdır.
"Her şeyin kendine özgü bir dışavurumu vardır ve bu dışavurum ona kendi dışından gelir. Her şey, üç eksenin kesişmesinin bir sonucudur, o şeyi o kesişme yaratır: kararınca madde, bizim onu yorumlama biçimimiz ve içinde bulunduğu ortam."
❝
İnsanlar, zihinlerinin zaaflarını bilmiyor. Aklımız sürekli bir araştırma ve sorgulama halindedir. Tıpkı bir ipekböceği gibi kendi ağını örer ve ona hapsolur.
❞
Bugüne kadar hiçbir kadın tarafından acıları sorulmaya tenezzül edilmeyen zavallı kalbimde tutuşmaya hazır, birikmiş öyle bir sevda var ki, işte bilmeden siz ona dokundunuz.
Nafiye Bozkyurt yazdı...
OKUNASI:
“Gülüşünü gülüşümün yanına bırak oynasınlar bir zaman çocuklaşarak…”Diyor Mehmet Binboğa
Efelya romanını su gibi bir çırpıda okudum. Son dönemlerde en büyük korkum başlayıp bitiremediğim kitaplardan duyduğum suçluluktu. Bana bu duyguyu yaşatmadığı için Mehmet Binboğa’ya ayrıca teşekkür ediyorum. Efelya Türk diline son derece hâkim kelimelerle oynama sanatını bir melodi gibi okuyucuya sunan abartıdan uzak edebi metinleri şiir ve Anadolu diliyle süsleyen tekrar tekrar okunası bir roman. Mehmet Hoca otuz yıllık edebiyat öğretmeni olmanın bütün kazanımlarını sunmuş biz okuyucuya. Ne güzel bir “an” bırakmış edebiyata.
Ferhat'ın rüyalarında içselleştirdiği denizkızını arayışı Elif’e(Efelya) rastlamasıyla somutlaşır ve o andan sonra aşkın tanımı değişir. Aslında İkisi de hem kaçış hem de arayış içindedirler. İlk zamanlar şiirsel sohbetlerle başlayan bu süreç rüya ile gerçek arasında yaşanan bir aşk olarak çıkıyor okuyucunun karşısına. Kuytulardaki ayak izleri gibi her kaçmak istediklerinde gümbür gümbür bir yanardağ olmuşçasına biraz daha yakınlarında buluyorlar aşkı. Çiftin bütün sorumluluklarını hiçe sayarak birbirlerini buldukları İtalya turunda aşkın lezzeti ve koy vermişliğinin yanında kaybetme sancılarının ve sorgulama evresinin adımlarının da atıldığı bir aşk öyküsü…
Bir ülke düşünün!...
Her an komünistlerin saldırısına uğrayabilir. Eğer bu ülke komünistlerin (Çin ve Vietnam’da olduğu gibi) benimsedikleri gerilla savaşının içine düşerse bu saldırıya “kontrgerilla” (Türkçesi karşıgerilla) taktiğiyle yanıt verilir.
Ancak bu bir “özel harp”tir; düzenli ordunun bileceği ve becerebileceği bir savaş değildir. Öyleyse bu “özel harp” koşullarına göre taktik, strateji, eğitim, personel, kural ve hukuk gereklidir.
“Özel harp”te en önemli silahlardan birisi istihbarattır. Düşmanın (ki bu düşman aynı ulusun, aynı halkın çocukları oluyor) ne yaptığını ve ne yapacağını bilmek için istihbaratı sonuna dek geliştirmek gerekiyor.
Sorgulama ise istihbaratın en önemli yöntemlerinden birisidir.
Aslına bakılırsa geçmişle gelecek arasındaki ilişkiye dair her türlü yorumlama kaçınılmaz bir biçimde birey ve bu iki koordinat arasındaki spesifik toplumsal bağlamın bir ürünü olarak tarihçinin aracılığını beraberinde getiriyor.
Kendimizi geliştirme sürecinde öğrenmemiz gereken en kritik farkındalık şudur: Başımıza gelen olaylar değil, olayları yorumlama şeklimiz ne hissedeceğimizi ve ne yapacağımızı belirler. Aynı durumun iki farklı yorumu insanı çaresizliğe veya başarıya götürebilir. Hayatını kontrol etmek isteyen bir insanın yapması gereken ilk şey, kendi yorum biçiminin nasıl çalıştığını keşfetmek ve onu kontrol altına almaktır. Yorum şeklimiz kaderimizi belirliyorsa, onu kendi haline bırakmalıyız. Yorum şeklini yönetmek üstün bir yeteneğe değil, konuyla ilgili bilgi sahibi olmaya bağlıdır.
Soyut kavramlar kullanarak yorumlama ve yargılama eğilimi günümüzde öyle yaygın bir duruma gelmiş ki, çoğu insana duygusunun ne olduğunu sorduğumuzda duygu yerine düşüncesini açıklar...