Bugün için söyleyebileceğimiz sadece, doğa bilimleri, sosyal bilimler ve insan bilimleri şeklindeki üçlü bölünmenin, artık eskiden olduğu gibi apaçık bir doğru olarak görülmediğidir.
Bu yeni seslerin bir iddiası da, sosyal bilimlerin (hatta doğa bilimlerinin ve insan bilimlerinin de) teorik düşüncelerinin dayandığı bazı önkabuller bulunduğu ve bunlardan çoğunun a priori önyargılar ya da ne teorik ne de ampirik hiç bir haklı gerekçesi bulunmayan akıl yürütme tarzları içerdiği idi; dolayısıyla, bu a priori unsurlar ayaklanmalı, çözümlenmeli ve daha geçerli varsayımlarla değiştirilmeliydi.
Reklam
Batı ve Batı dışı bölgeleri ele alan incelemeler arasındaki entelektüel ayrışmanın çözülmesi, bazı önemli siyasal sonuçları da olan temel bir entelektüel sorunu gündeme getirdi: Bu iki bölge, ontolojik anlamda özdeş miydi, yoksa farklı mıydı? ... . Bu sorulara verilen entelektüel yanıt aslında oldukça belirsiz bir uzlaşmanın ürünüydü. Bu görüşü şöyle özetlemek mümkündür: Batı dışı bölgeler analitik bakımdan Batı'yla aynıdır, ama tam da değildir! Bu görüşün aldığı ilk biçim modernleşme teorisiydi. ... . Teorinin anahtar tezi bütün ulusların/halkların/bölgelerin aynı modernleşme yolundan geçtiğini (dolayısıyla aynı olduklarını), ancak tarihin belirli bir anında ulusların/halkların/bölgelerin kendilerini bu yolun farklı aşamalarında bulduklarını (dolayısıyla tam da aynı olmadıklarını) savunuyordu. Kamu politikaları yönünden bu anlayış, "kalkınma" konusuna dünya genelinde verilen büyük önemle ifade edildi. "Kalkınma" terimi ise, bir ülkenin evrensel modernleşme yolundaki ilerleme süreci olarak tanımlandı.
"Klasikler", ..., modern Avrupa'nın ataları olarak tanımlanan halkların tarihini inceliyordu. Antik çağ uygarlığı doruğuna modern "Batı" uygarlığında ulaşan sürekli bir tarihsel gelişmenin ilk durağı olarak kabul ediliyordu. ... . Bu anlamda Antik Çağın kendine özgü, ayrı bir tarihi yoktu; daha çok modernliğe giriş gibi görülmeliydi. Tabii aynı mantık, bu kez tersinden izlendiğinde, öbür uygarlıkların da ayrı bir tarihleri olmadığı sonucuna varılıyordu; çünkü orada da, donmuş, ilerlememiş, modernliğe ulaşamayan tarihlerin öyküsü vardı.
... Dünyayı determinist yasalar mı yönetiyor? Yoksa bu dünyada insan yaratıcılığı ve hayal gücüne de bir yer var mı? Entelektüel sorunlarla, bunların doğurduğu düşünülen siyasi sonuçlar iç içe geçmekteydi. Siyasal anlamda, değişim yönündeki, potansiyel olarak anarşik hareketlerin teknokratça denetimi açısından determinist yasalar kavramı daha yararlı görünüyordu. Öte yandan, yine siyasal olarak, tekilin, belirlenmemiş olanın, hayal edilenin savunulması, yalnız varolan kurumları ve gelenekleri koruma adına teknokratik değişmeye direnenler açısından değil, aynı zamanda insan unsurunu daha kendiliğinden ve radikal biçimde sosyal-politik arenaya sokmak için mücadele edenler açısından da daha yararlı görünmekteydi. Bu sürekli ama dengesiz tartışmanın bilgi dünyasındaki sonucu, bilimin her yerde doruğa yerleştirilmesi ve felsefenin bir çok ülkede üniversitenin giderek küçülen bir köşesine itilmesi oldu. Bazı filozoflar, bu durumu, faaliyetlerini yeniden, bilimsel atmosferle daha uyumlu olacak şekilde tanımlayarak yanıt verdiler.
NOTLAR: 1500-1800 arasında bir çok devlet, özellikle merkantalist aşamadan geçerken, uzmanlara danışmayı alışkanlık edinmişti. Bu uzmanlar, bilgilerini içtihat (jurisprudence), ve uluslararası hukuk, politik iktisat, istatistk ve Kameralwissenschhaften (Kameralizm, yani idari bilimler) ise on sekizinci yüzyılda Alman (Prusya) üniversitelerinde okutulmaya başlandı. Siyaset bilimin bir disiplin olarak ortaya çıkması daha da geç bir tarihte oldu. Bu gecikmenin nedeni, disiplinin konusunu oluşturan devletin ve politikalarının nomotetik çözümlemeye elverişli olmamasından çok, hukuk fakültelerinin bu alanda kurdukları tekelden vazgeçmeye direnmelerinde aranmalıdır. Siyaset bilimcilerin 1945 sonrası dönemde gerçekleşen ''davranışçı'' denilen devrime kadar, zaman zaman siyaset teorisi adı altında da olsa, siyaset incelemelerine çok önem vermeleri, hukuk fakültelerinin bu konudaki direnişiyle açıklanabilir Yine de siyaset felsefesi yeni bir disiplin yaratılmasını meşrulaştırmaya yeterli değildi; bu ders pekala, eskiden olduğu gibi felsefe bölümlerinde okutulmayı sürdürebilirdi. Siyaset biliminin ayrı bir disiplin olması bir başka amaca hizmet ediyordu: İktisatın da ayrı bir disiplin olmasının sağladığı meşruiyet. Politik iktisatın ayrı bir konu olmasına karşı çıkılırken, devlet ve piyasanın farklı mantıklara göre işlemesi görüşü öne sürülmüştü. Bu ise mantıken, siyasal arenanın uzun vadede, ayrı bir bilimsel inceleme konusu olmasını savunmayı gerektiriyordu.
Reklam
Eğer sosyal bilim evrensel bilgiye ulaşmak için yapılan bir alıştırmaysa, o zaman "öteki"nin mantıken varolmaması gerekir, zira "öteki" "bizim" , araştırılanlar ve araştırmayı yürütenler olarak bizim, bir parçamızdır.
Sayfa 62
Ne var ki, 19. yüzyılda liberal iktisat teorileri ağırlıkta olduğu için, 18. yüzyılda çok pöpüper olan "politik iktisat" deyişi 19. yüzyılın ikinci yarısında yerini "iktisat"a bıraktı. "Politik" terimini atmakla iktisatçılar iktisadi davranışların sosyal olarak kurgulanmış kuramlardan çok, evrensel bireyci psikolojinin bir yansıması olduğunu ileri sürebilmekle, sonra da bu görüşü "bırakınız yapsınlar" ilkelerinin doğallığını savunmak için kullandılar.
Sayfa 27
Geçmişte tarih ve nomotetik sosyal bilimlerde çok temel bir yeri olan devlet-merkezci varsayımı terk ettiğimiz ve bu bakış açısının çoğu zaman dünyayı anlamamızı engellediğini kabul ettiğimizde, ister istemez, bu varsayım çevresinde oluşan, daha doğrusu bu varsayıma dayanan disiplinler ayrışmasının yapısını da sorgulamaya başlarız.
Sayfa 81 - metis yayınları, dördüncü basım, mart 2003, istanbul
Disiplinler, kuralların sürekli olarak canlı tutulması biçiminde ortaya çıkan kimlikler yoluyla söylemin üretimini sınırlandıran bir kontrol sistemi oluşturur. Michel Foucault
Sayfa 37 - metis yayınları, dördüncü basım, mart 2003, istanbul
348 öğeden 231 ile 240 arasındakiler gösteriliyor.