Diğer bir ifadeyle dinler, ya savundukları ilkeler doğrultusunda ya da dindar insanların iktidar mücadelesi eşliğinde siyasetle ilişkili olmuşlardır. Dolayısıyla, Amerikalı sosyolog Talcott Parsons'in (ö. 1902) ifadesiyle, tarihsel süreçte din ve siyaset birbirinden ayrılmış ve farklı araçlarla farklı işlevleri yerine getirmişlerse de,249 yani siyaset “güç” kullanarak; dini otorite de “teslimiyet”, “adanma” gibi değerleri kullanarak bireyi ve toplumu yönlendirmeye çalışmışsa da, genel olarak gerek bireysel gerekse toplumsal açıdan dinin siyasetten ayrı düşünülmesi imkânsızdır. Zira gerek ekonomik koşullar, ahlâki değerler, aile düzeni gerek dinsel telkinler ve gerekse siyasal hedefler birbiri içerisine geçmiş unsurlardır. Din, sosyal dünyanın bir parçasıysa, bu parçanın bütün içindeki diğer parçalardan etkilenmesi ya da diğer parçaları etkilemesi kaçınılmazdır. Bu durum, az sonra işaret edeceğimiz gibi, birebir siyasi sistemi ifade anlamında olmasa da, bir sosyolojik gerçeklik olarak İslâm dini için de geçerlidir.“