Sovyetler Birliği'nin dağılmaya başladığı 1989'dan başlayarak, Avrupa Birliği ülkeleri: Türkiye Ortadoğu ve Asya'daki İslam ve Türk ülkelerinin başına geçsin ve tüm Müslüman Arap ve Türk ülkelerini Avrupa'nın sömürü alanına soksun, biçiminde düşünürken; Amerika da: Türkiye Ortadoğu'daki ve Asya'daki İslam ve Türk ülkelerinin başına geçsin ve tüm Müslüman Arap ve Türk ülkelerini Amerika'nın sömürü alanında tutsun, biçiminde düşünüyordu.
Karım L.E.Bulgakova ile beraber Sov­yetler Birliği'nden sınırdışı edilmemizi talep ediyoruz. M. BULGAKOV Moskova, Temmuz 1929
Reklam
Ayrıca, halk katliamı niteliğindeki ölümlerin büyük çoğunluğuna totaliter hükümetler neden oluyor: bunlar yönettikleri toplumun bütün yönlerini kontrol altına almaya çalışan komünist, Nazi, faşist, militarist ya da İslamcı rejimler. Totaliter rejimler toplam ölümlerin yüzde 82'sini oluşturan 138 milyon ölümden sorumlu ve bunların 110 milyonunun (toplamın yüzde 65'i) komünist rejimler eliyle gerçekleştiği görülüyor. İş dünyası ve kiliseler gibi bağımsız toplumsal kurumları tolere eden otokrasiler olan otoriter rejimler, 28 milyon ölümle ikinci sırada yer alıyor. Rummel'ın açık, rekabetçi, seçilmiş ve yetkileri sınırlandırılmış hükümetler olarak tanımladığı demokrasiler yaklaşık 2 milyon ölümden sorumlu (bunlar esas olarak sömürge imparatorluklarında ve dünya savaşları sırasındaki gıda ambargoları ve sivil bombardımanlarda katledilen insanlar). Eğrinin çarpıklığı Sovyetler Birliği ve Çin gibi totaliter devlerin elleri altında yüksek sayıda potansiyel kurban bulunduğunu göstermiyor. Rummel mutlak sayılar yerine yüzdelere baktığında, 20. yüzyıldaki totaliter hükümetlerin sorumlu olduğu ölümlerin ülke nüfuslarının yüzde 4'üne kadar çıktığını bildiriyor. Otoriter hükümetler için bu oran yüzde 1 Demokrasilerdeki oran ise binde dört.
Putin, son Sovyet Lideri Mikhail Gorbaçov'i hiç sevmez. Onu Rusya'nın güvenliğini tehlikeye atmakla suçlar ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünden "asrın en büyük jeopolitik felaketlerinden biri" diye bahseder.
Sovyetler Birliği'ni yönetenler, proletarya diktatörlüğünün gerçek demokrasi, sizin göstermelik demokrasilerinizin ise aslında sermayedarların diktatörlüğü olduğunu düşünüyorlar.
Bireyleri ahlakileştirilmiş kategorilere gömen ütopyacı öğretilerin kökeninde güçlü rejimler olabiliyor ve bunlar bütün yıkıcı güçlerini uygulayabiliyorlar. Bu nedenle, soykırımlardaki ölümlerin aşırı sayılara ulaşmasını ideolojiler sağlıyor. Bölücü ideolojiler arasında Haçlı Seferleri ve Din Savaşları (ve Çin'de aynı kaynaktan beslenen Taiping Ayaklanması) sırasında Hıristiyanlık, Fransız Devrimindeki siyasi katliamlar sırasında devrimci romantizm, Osmanlı Türkiye'si ve Balkanlardaki soykırımlarda milliyetçilik, Holokost'ta Nazizm, Stalin'in Sovyetler Birliği, Mao'nun Çin'i ve Pol Pot'un Kamboçya'sındaki temizlikler, sürgünler ve açlık terörü sırasında da Marksizm var.
Reklam
İkinci dünya Savaşı'ndan sonra Sovyetler Birliği'nin dünyayı tahakkümü altına alma politikasını sürdürmesi ve kendi atom bombalarını, hidrojen bombalarını ve kıtalar arası balistik füzelerini geliştirmesiydi.
Sayfa 165 - Pegasus YayınlarıKitabı okudu
1960'ların sonuna gelindiğinde, Behice Hanım ile partideki TKP'lilerden fazlasıyla tedirgin olan Aybar arasında ciddi görüş farklılıkları başlamıştı. Sovyetler Birliği'nin Çekoslovakya'yı işgali sonrası Aybar'ın benimsediği "güleryüzlü sosyalizm" çizgi­ si, Behice Boran için çok "fazla"ydı ve onun ülkede­ ki anti-komünist havayı beslediğini düşünüyordu
Ortodoksi içinde bir heterodoks oluşunun aca­yipliğine yakışan bir acayipliktir onunkisi. Resmi komünist öğretiye, Sovyetler Birliği'ne sadık, fakat asla o kaba sığmayan, kendisi düşünen, arayışçı, yaratıcı bir teorisyendir. Ömrünün aralıklarla 22,5 yılını hapishanede geçirmiş birisinden söz ediyoruz.
1939'da Sovyetler Birliği'ne ikinci kez gitti. Bu dönemde hem Hasan izzettin Dinamo hem de Mihri Belli ile yakın dost­luklar kurdu. Türkiye Komünist Partisi üyesi oldu. 1941'de Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Reşat Fuat Baraner ile evlendi.
Reklam
1937'de çalıştığı Tan gazetesi tarafından Sovyetler Birliği'ne gönderildi. Burada gördükleri, özellikle kültür sanat ve yayıncılıktaki ilericilik, kadınların toplumdaki yeri, işgücüne katılmaları ve çocuklarını bırakabildikleri kreşler ve bu kreşlerdeki eğitimler onu derinden etkiledi.
Belirtilmesi gereken nokta, Sovyetler Birliği'nin Türk Kurtuluş Savaşı'nı, anti-emperyalist bir eylem sayması ve bu nedenle de Mustafa Kemal ve arkadaşlarına yardımcı olmasıdır. Yine Aralov, bu konuda Lenin'in kendisine, Türkiye'ye yola çıkmadan önce şunları söylediğini yazıyor: --Mustafa Kemal Paşa, tabii ki sosyalist
Almanya ile Rusya arasında ipler geriliyor:
AIman diktatör takvimler henüz 1940 Ağustos'unu gösterirken komutanlarını “Sovyet devletini tek vuruşta devirme” niyetinden haberdar etti. Doğuya yönelmeden önce İngiltere'yi mağlup etmeyi isterdi ancak Sovyetler Birliği'nin yenilgisinin İngiltere'nin son umudunu da ortadan kaldıracağını tasavvur ediyordu. Bu stratejik değerlendirmelerin ötesinde Hitler'in irk temelinde tabakalara ayrılmış bir gelecek tahayyülü bulunuyordu. Ukrayna'yı ve Rusya'nın Avrupa'daki tüm topraklarını sömürgeleştirmeyi ve böylece Alman yerleşimcilerin yönetimi altında Slav nüfusu köleleştirmek istiyordu. Hitler'in gayesi ideolojikti de; tek komünist devleti ortadan kaldırma hedefliyordu. 18 Aralık 1940'ta Barbarossa Harekâtı'na, yani Sovyetlerin işgaline hazırlık emri veren bir savaş talimatı imzaladı.
Sayfa 124 - Kronik KitapKitabı okuyor
Emperyalistlerin en mâhir oldukları hususlardan birisi, uluslararası anlaşma yaptıklarında, kendilerini taahhüt altına sokan yükümlülüklerinin genelde her yana çekilebilecek “muğlak” ifadelerle süslü olması, buna karşılık Güneyli (AsyalıAfrikalı) akit taraf/lar/ın yükümlülüklerinin pek fazla tevile yer vermeyecek biçimde açık seçik, şartsız şurtsuz ve kesin ifadelerle tanımlanmış olmasıdır. Bu hegemonik güçler zengin ülkelerin yoksulların kalkınma sürecine katkıda bulunma yükümlülüğünü ihtiva eden “uluslararası kalkınma hukuku"nun bağlayıcı bir normlar bütünü olmasına hiçbir zaman rıza göstermediler. ABD, “insan hakları şampiyonu” olduğuna dair tamamen (aldatmaya dayalı) algı ürünü imajının hilafına, emperyalist dış politikasının yedeğinde kendisi için pek “kullanışlı” bir “araç” olan insan hakları alanında taraf olduğu anlaşmalara koyduğu birçok çekince yoluyla, kendisini bu alanda uluslararası yargının denetimine sokacak hemen hiçbir taahhüde imza koymamıştır. 1968 tarihli Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması, konumuz bağlamında tarihin gördüğü en garip antlaşmalardan birisi olarak temâyüz etmektedir. Bugün, bir ikisi hariç, hemen hemen tüm devletlerin taraf olduğu bu antlaşmaya göre, 1968'e dek nükleer silah sahibi olan BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi - ABD, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği ve Çin-, nükleer silahlarını ellerinde tutabilirlerdi. Buna karşılık, diğer taraf devletler nükleer silah sahibi olma çabasından uzak durma yükümlülüğü içinde idi.
Berdal AralKitabı okuyacak
Hitler Alman olmayan asker toplanmasından, özellikle Sovyetler Birliği'nden gönüllü alınmasından genel ola­rak kuşku duydu. Ama Slav Rusların, Ukraynalıların ve Beyaz Rusların alınmasından çok rahatsız olduğu halde, Müslümanları sahiden güvenilir tek asker saydı ve askere alınmalarını koşulsuz destekledi.
Sayfa 392 - ALFA | TARİHKitabı okuyor
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.