Suç ve Ceza, Fyodor Dostoyevski "En az on dört, belki de yüz on dört tane yanlış teori üretmeden bir tanecik gerçeğe ulaşılmaz ve bu da kendine göre onurlu bir şeydir; ama biz yanlışlarımızı bile kendi kafamızdan üretemiyoruz. Bana en büyük yanlışlıklarla dolu saçmalıkları söyleyin, eğer bunlar bizzat sizin saçmalıklarınızsa, sizi bağrıma basarım! Başkalarının doğrularını söylemektense kendi yalanlarınızı söyleyin daha iyidir desem yeri var; böyle yaptığınızda hiç değilse insansınız demektir; aksi durumda ise, papağandan farkınız yoktur. Hakikat hep vardır, varlığını sürdürür; ama hayat tıkanır, kesintiye uğrar, örnekleri vardır bunun. Peki, şu hâlde biz neyiz şimdi? Biz hepimiz, istisnasız, bilim, ilerleme, düşünce, buluş, idealler, arzular, liberalizm, muhakeme, tecrübe bakımından; her şey, her şey, her şey açısından, daha ana okulundaki çocuk hükmündeyiz! Başka insanların fikirleriyle geçinip gitmekten memnunuz..."
Kapı olmak hiç de sevimli değil,” diyordu içimizdeki çamların en yaşlısı, “Bir kere, kapı olunca kilit takarlar bize. İnsanoğlunun böyle acayip huyları vardır. Evet, gözümümüzün yaşına bile bakmadan kilit takarlar. Kilit ne demektir bilir misiniz?” “Ne demektir?” “Ben size söyleyeyim, kilit, insanın utancı demektir her şeyden önce… İnsanoğlunun
Reklam
Händel onların yüzüne dostça baktı. Kendisine sıcak ilgi göstermiş olan bu kenti çok sevmişti ve bu nedenle kendisinden istenileni bütün kalbiyle yerine getirirdi. Seve seve, diye gülümsedi. Siz bana bağışın hangi kuruma yapılacağını söyleyin yeter, dedi. Ak saçlı ve iyi kalpli olanı, "Çeşitli hapishanelerde bulunan mahkûmlara yardım için," dedi. Ötekisi de, "Ayrıca Mercier Hastanesi'ndeki hastalara," diye ekledi. İyi niyetle yapılan bu cömertçe bağış, kuşkusuz ilk gecenin geliri için geçerliydi, daha sonrakiler üstadın olacaktı. Händel bu öneriyi hemen geri çevirdi. "Hayır," dedi yavaşça, "bu yapıtım için tek kuruş bile almak istemiyorum. Ben onu bir başkasına borçluyum. Bu yapıtımdan elde edeceğim bütün gelirim hastaların ve mahkûmların olsun, çünkü bir zamanlar ben de hastaydım ve bu yapıtım sayesinde sağlığıma yeniden kavuştum. Benim de bir mahkûmdan farkım yoktu ve bu yapıt beni kurtardı. "
Atatürk'ün Adalet'i... Yaşlı kadın yatağından kalktı. Sabah ezanının insan ruhuna huzur veren sesi oda içinde yankılanıyordu. 88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru yöneldi. Pencereyi açması ile birlikte odaya ezan sesi ile birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu. Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkına bakarak
"Şimdi söyleyin bana, ayrılınca üzülmemek için mi karşımızdakiyle aşırı mutlu olup eski (sözde huzurlu) hayatımızı tamamen kaybedeceğimiz için mi (herkese değil ama) o birine bağlanmaktan korkuyoruz?"
Sayfa 191Kitabı okudu
Çin'in bir köyünde yaşlı bir adam varmış. Çok fakir... Ama imparator bile onu kıskanırmış. Adamın öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki... İmparator bu beyaz at için ihtiyara önemli bir para teklif etmiş, ama adam atı satmaya yanaşmamış. 'Bu benim için yalnızca bir at değil. Bir dost. İnsan dostunu satar mı?' demiş. Ama bir sabah kalkmış
Reklam
"Var olusun sonsuz guzelligi O'dur! O'ndan baska bir sey yoktur." "Bu ufaklik, 'O' ile kimi kastediyor?" diye sordum. "Kendisini kastediyor", diye cevap verdi Kure, "kucuk cocuklarin ve kendilerini baskalarindan ayirt edemeyen cocuksu insanlarin kendilerinden Ucuncu sahis olarak soz ettiklerini daha once fark
Size tüm hayatımı anlatabilirim. Çok uzun sürmez, inanın. Şu sigara bitene kadar anlatabilirim yaşadığım her şeyi, kimseye anlatmadığım şeyleri. Bana inanıyorsunuz değil mi? Hayatın insanın ellerinden kayıvermesine inandığınızı söyleyin bana. Sizin yaşınızdayken insan ne çok şey yaşayacağını sanıyor. Oysa öyle kısa bir hikaye ki bu…
ne eski bir tango melodisi, ne de siyah önlüklü bir mektepli kız resmi, hayır beni on sekiz yıl evvelki o tatlı hatıraları alemine atan, gazetede götürdüğüm iki satırlık, kupkuru, alalade bir kiralık ilanı oldu. o anda pendik sahilleri birden gözümde canlanıverdi. o köşk...o köşkün bizim bahçeye bakan penceresi...ve o pencereden mahinur...sarı
Ne olur söyleyin sevenler bana Ayrılmak kanun mu aşk kitabında.. A.Selçuk İLHAN
Reklam
Ahmet Altan
— Bu memleket böyle, dedi Hikmet Bey kızgınlığını saklamaya çalışarak, öyle kolay düzelmeyecek. Padişah gitti, bir zaman sonra göreceksin bunlar da gidecek, bunların ardından gelenler de gidecek ama burası bazı acıları hep yaşayacak. İstibdadı tabiatın bir parçası zannediyorlar sanki… Başka bir hayat bilmiyorlar. İstibdattan başka bir hayatın da mümkün olduğunu bilenler bunu ellerinden geldiğince halka anlatacaklar. — Sonra ne olacak? — Bir gün düzelecek. — Düzeldiğini siz görecek misiniz? — Hayır. — Ben görecek miyim? — Hayır. — Benim çocuğum olursa o görecek mi? — Zannetmiyorum. — Onun çocuğu? — Herhalde o da görmez… Nizam, burası kolay düzelmeyecek ama bir gün düzeleceğini ümit ederek yaşayacağız, bunun için elimizden geleni yapacağız. Bu memleket sakat doğmuş bir çocuk gibi, kolay iyileşmeyecek ama bu hakikat bizim onu sevmemize mani olmayacak, onu iyileştirmeye uğraşmaktan bizi vazgeçirmeyecek. — Kusura bakmayın ama bana bu söyledikleriniz benim içimi rahatlatmıyor… Nasıl bir memleket burası? Katiller hep iktidarda, düzelmesi için umut yok ama burayı seveceğiz… — Bir gün düzelecek oğlum. — Bir gün benim için mana taşımıyor baba, bana bugünü söyleyin… Ben bugünde yaşıyorum. — Hayat, her zaman sadece hemen elde edilebilecekler için verilen bir mücadele değildir, bazen çok ilerde muvaffak olacak bir mesele için bir basamak olmayı göze alırsın, merdiven basamak basamak yükselir, bir gün gayeye ulaşırsın.
Sayfa 451
Resim