“O kadar çok hümanist tanıdım ki! Radikal hümanist özellikle memurların dostudur. 'Solcu" hümanist diye adlandırılan da her şeyden fazla, insansal değerlerin korunmasını dert edinmiştir; hiçbir partiden değildir, çünkü insansal olana hıyanet etmek istemez, ama yine de küçük insanlara yakınlık duyar. O güzelim klasik kültürünü alçakgönüllülerin emrine verir. Hümanist, genel olarak, karısını kaybetmiş, gözleri yaşlı bir kimsedir; yıldönümlerinde ağlar durur. Kedileri, köpekleri ve bütün gelişmiş memeli hayvanları da sever. Komünist yazar, insanları ikinci beş yıllık plandan sonra sevmektedir; sevdiği için cezalandırmaktan kaçınmaz. Bütün güçlü kişiler gibi gösterişsizdir ve duygularını saklamasını bilir, ama bir bakış, ya da sesine verdiği bir anlamla, adaletle dolu acı sözlerinin ardında bulunan duyguları; insan kardeşleri için duyduğu o buruk ve tatlı duyguları hissettirir. Ortaya en son çıkmış olan en genç hümanist, yani katolik hümanist, insanlardan şaşkınlık ve hayranlıkla söz açar. "Bir Londra'lı liman işçisinin ya da ayakkabı fabrikasında çalışan kızın; bu küçük insanların hayatı ne güzel bir binbirgece masalıdır" der. O, meleklerin hümanizmini seçmiştir, onlar din ve ahlak bakımından yücelsin diye, güzel ve kasvetli uzun romanlar yazar. Bu romanlar sık sık Femina ödülünü kazanırlar.” (s.150-151)