Tasavvufla ilgili araştırmalar yaparken bir gün bir kavrama rastlamıştım: âşık kendinden mesuldür. Yâni aşk dediğimiz o şey karşılıklı olan bir şey değildir aslında, öyle olması da beklenemez; aşk ancak ve ancak âşık olandan sorulur, bir tek onun bileceği iştir. Benzer bir deyişi de hocası Tapduk Emre "aşk yolunda arandım durdum, birçok şeyi yitirdim" diyen Yunus Emre'ye söyler: aşkının değeri onun yolunda feda ettiklerinle ölçülür.
Bu kitabı okurken yoğun duygular yaşamanız, kitaptaki kadın karaktere de erkek karaktere de öfkelenmeniz, kızmanız, üzülmeniz ve acımanız olası. Hattâ suçlamanız da mümkün. Zira kitap insanoğlunun şu başının belası (ve aynı zamanda en büyük lütfu) olan aşk konusunda Sabahattin Âli'nin Kürk Mantolu Madonna'sına yakın bir çizgi izliyor. Tasavvuftaki öğreti âşık insan kendinden mesuldür derken âşık olunandan bir şey beklememeyi, istememeyi öğütler. Âşk öylece vardır, oradadır. Başka bir şeye, başka bir kişiye ihtiyacı yoktur. Beklentiden, umardan, ilgiden, karşılıktan, hırstan, istekten uzaktır. Zweig'in bu kitapta anlatmaya çalıştığı da, bana öyle geliyor ki, tam olarak budur. Ancak elbette ki bunu başarıp başaramadığı biraz da her okuyanın kendi geçmişine, yaşanmışlığına bağlı olacaktır. O yüzden tavsiyem, zaten kısa bir kitap olması hasebiyle, bir kerede ve yalnız başınıza okumanız yönündedir.