Her birimiz eski bir yaşamın tekerrürüyüz. Yaşam, kendisini doğum aracılığıyla kurabildiği için daima bir tekerrürdür. Herhangi bir kökenin olması mümkün değildir; yaşam daima bir önceki yaşamın yeni bir halidir. Bu sebeple de canlıların kökeni üzerine tartışmalar aporetik ve paradoksaldır. Her yaşam, bir tekrar olduğundan geçmişle muğlak bir ilişki içindedir. Geçmişin hem sembolüdür hem de onun içindekileri kapsar. Geçmişi kendi içinde barındırır ve onun bedenlenmiş ifadesidir. Fakat bu ifadedeki geçmiş yalnızca hafıza ve hatıra anlamına gelmez, farkı bir yere taşınmış, yeniden inşa edilmiş, keyfi olarak biçim değiş tirmiş bir geçmişten söz ediyoruz burada. Aynı sebeple, tüm yaşamın sembolik bir mahiyeti vardır. Kaldı ki bu, sözlü dilin ortaya çıkışından önce de böyleydi: Her yaşam, kendi bedeni içinde, hâlihazırda dildir. Anatomik ve fizyolojik formları, gösterge statüsüne sahip bir şeye dönüştüren ise doğumdur.