Artık onu o kadar sık ziyaret edemiyordum çünkü o sıralar yakınlardaki küçük bir verem dispanserine konsültasyon yapmak üzere atanmıştım. Adıyla sanıyla söylemek gerekirse, bu iş bana ayda sekiz yüz frank kazandırıyordu. Hastalar daha çok benim bölgemden gelen insanlardı, hani şu bir türlü kendini çamurdan tamamen kurtaramayan, çöpler arasına sıkışmış ve çitlerin önünde, fazlasıyla uyanık toy küçük kızların okuldan kaçıp, o sapık senin bu sapık benim dolaşarak yirmi para, patates kızartması ve bel soğukluğu kaptıkları yollarla çevrili o köyümtırak yer. Avangard sinemanın mekânı, kirli çamaşırların ağaçları zehirlediği, tüm yeşilliklerin Cumartesi akşamları idrarla sulandığı yer. Bu birkaç ay süren uzmanlık uygulaması sırasında, kendi alanımda hiçbir mucize yaratmadım. Oysa çok da işe yarayabilirdi mucizeler. Ne var ki müşterilerim mucizeler yaratmamı hiç istemiyorlardı, tam aksine, onların biricik derdi ezelden beri onları boğan mutlak sefalet konumundan kurtulup, tüberküloza yakalanmış olmaları nedeniyle hükümetin onlara bağladığı cüzi aylığın sağlayacağı görece sefalet konumuna terfi edebilmekti. Az çok pozitif çıkan balgamlarını savaştan beri o reformdan bu reforma taşıyorlardı. Durmadan ateşlenip zayıflıyorlardı, az yemekten, çok kusmaktan, bol kepçe şaraptan ve yine de çalışıyor olmaktan, gerçi, aslında yalnızca üç günde bir.