Er düştüğü yerden kalkar. Ve o er dediğim kişi senin ruhundur ve düştüğü yer de senin doğduğun yerdir. Anlamıyor musun? Alem seni bekliyor ve sana muhtaç alem. Yaşaman için değil belki ama yaşatman için seni bekliyor. 'Batı' denen o putu kıracak sensin, görmüyor musun? Hâlâ Pakistanda senin ismini anarak ve senden medet umarak uyuyorsa çocuklar, Somali'de bebeklerine İstanbul diye isim veriyorsa kadınlar; silahtan, savaştan ve zulümden kaçıp da sana sığınıyorsa insanlar, "Batı' dediğim o rezilin dilinde hâlen dahi düşman diye senin ismin terennüm ediliyorsa ve bu dünya bu kadar zulmün karşısında hâlâ erimiyorsa, seni bekliyor demektir. Kaybedilen şey elbet ki kaybedildiği yerde aranır. Ve dünya, insanlığı senin yaşadığın yerlerde kaybetti. Son sığınağı sendin insanlığın, 'Batı' dediğin o putun başını sen kırmıştın onun karşısında ayakta bir sen kalmıştın. Herkes sükût ederken zulmün karşısında sen ağlamıştın. Devsin sen... İnanma anlattıkları o sefil yalanlara. Yükün ağır, biliyorum. Lakin kalk artık düştüğün o yerden. Zira vakit tamam oldu. Şairler sana söyledi şiirlerini ve sustu; Sen bir devsin, yükü ağırdır devin. Kalk ayağa! Dimdik doğrul ve sevin! Necip Fazıl Kısakürek
Oysa, sükût altındır. Kelimenin sığınağı sessizliğin kanatları altındadır. Ne yazık! Ortalıktaki, sadece cıyaklıyan kelime sürüsü. Ve hâlâ buna söz diyoruz.
Sayfa 105 - Cümle Yayınları, 1. BaskıKitabı okudu
Reklam
Sükût Sığınağı
Suskun bir akşamüstüydü. Bulutsuz ve dingin gökyüzü altında göz alabildiğince uzanan çimenlerin üstüne bağdaş kurup oturdu. Havada; karanfil, şebboy, çam, dut, erik, zeytin ve çimenin temiz havayla karışarak oluşturduğu sessiz bir koku vardı. Bu sessizlik kokusuna kuşların, böceklerin ve çekirgelerin rüzgarın fısıltısıyla karışan ruh arıtıcı
Resim