Yalnız ve huzursuzum ama " Bir emri hak vaki olsa çenemi çekecek kimse yok." diye de ömür boyu birini yanımda besleyecek değilim. O ben ölünce çenemi yerine yerleştirecek diye benim onun elli senesini çekecek halim yok.
Çok korkanın sonunda o kadar korkulacağa uğramayacağı anlatılıyor. Ben bu durmadan korkandan da, emniyet duyandan da öyle bir yılgınım ki, o kadar çok dinledim ki, bunların en ufak bir benzerini, bir menkıbenin zerresini gittiğimde orda görürsem, vallahi cehennemin en dibinden çıkarsam Allah beni cennetine koysun. Ahret ancak hiçbir söylenen ile düşünülen ve hayal edilen ile beraber anılmayacak bir yer ise ki ben öyle umuyorum, öbür dünya denmeyi hak eder. İncirle, üzümle, zeytinle, köşkle, huri ile nehir ile ... yok. İnsan söylerken sıkılıyor, orda sıkılmak yok diyorlar bir de. O sıkılma bilmez salaklardan burada çok diyemiyorsun.
Her şeyim var diyorsun. Dünya sana verecek ne dert ne zevk bulabiliyor, dünyayı perişan ediyorsun. Gerçi iyi de ediyorsun, ama böyle yapmakla dünyanın kendisi oluyorsun.
Evlat, evlat sen kimin kanındansın, kimin canındansın? En az benimsin, en az benim gibi olansın, üstüne üstlük benimsin, ben seni ne yapayım, senden ne yapayım, kendimi ne yapayım, sana ne katayım, güzellik çoğuldur derler, seni bu çoklukla nasıl barıştırayım, hakikatle
nasıl tanıştırayım, biliyorum ne istediğimi, bana karışma ben müstakil, ayrı bir varlığım, kendime göre bir varlık planım var diyorsun, "varlık planı" sözünü de meşhur bir hocadan öğrenmişsin, yüzüme yüzüme söylüyorsun, bu sözü söyledin diye bütün plan da önüne açıldı ve dahi saçıldı zannediyorsun, kendi kendime ne olursam, ne olacaksam o olurum, hiç yorulma, beni de sıkma diyorsun, beni modernliğe itiyorsun, yani baş aşağı yuvarlıyorsun.
Başı da, ortayı da, sonu da bilip beklemek ne tahammülü güç şeydi. Tanrı'nın da yaptığı bu muydu? Baş, orta, son belli, helak kaçınılmaz, ancak önemli olan o zamanı geçirmek, o zamandan geçmek.
Bilinen yol bilinen yere çıkarmıyordu. Bilinen yola girmek aslında herhangi bir yolu ve keşfi önemsememekti. Bilinen yol, yola bile çıkmamak, evde oturmaktı.
Dünya, üzerinde sürülen bir hayat ya da bu sürülmüş olanın izinden gitme serencamıydı. Gidilen yol ve sürülmüş yer ne kadar belli ise talibi o kadar çok, ama gerçek talibi ve tozutulup bozulmuş izi bulup yeni iz meydana getirebilecek olan da o kadar azdı.
Anlamanın verdiği çaresiz uyuşma her yanımı sardı. Anlayışlı adam yumuşaklığı derler ya, bu bacak titremesi, kol seğirmesidir. Yüzdeki gülümseme, ah bilmeyene de söylenmez ama işte o her şeyi verip burada kalıştır, hem de kalmayı en istemeyenken.