1072 Haziran'ında Saraybosna'da......
Köprüde durmuş, şehri uzun uzun seyretmiştim.
Dört asırlık Bosna, Fatih Sultan Mehmed'den, II. Abdülhamid Han'a, Berlin kongresinden O. Cihan Harbi'ne renkli ve olaylı Bosna tarihi gözümün önünden geçmişti
Abdülhamid Han'la ilgili bilinmeyen birçok şeyi kaynak göstererek çok güzel anlatmış. Bence kitabın tek kusuru zaman akışı içinde ilerlemiyor anlattıkları. Sürgün edildiği zamani anlatırken sonradan tekrar yönetimde olduğu zamanda yaşananlardan bahsedebiliyor. Kronolojik bir sıra ile anlatılması daha güzel olurdu.
Afakında salalar titredi Payitahtın,
Dediler göçen "Abdulhamid Han'dır."...
Gülistanım feryad ile yasında artık
Bildim ki yetim kalan Cümle Vatandır.
Zaman içre zaman olsaydı hayat
Yine Feda-yı can ederdin uğrunda vatanın
Safa verdin, safa götür Sultanına, Sultanım
Duydum ki yetim kalan cümle İslam'dır.
İlahi!Şahidiz Abdulhamid'in kulluğuna
Sana kul oluşunun zalime gam olduğuna!
Lütfet!Yüreğinde yanan aşk hatırına
Bizden ayırdın, amma kavuşsun Gülistanına..
Kediler, kültürümüzde o kadar yer etmişlerdir ki sarayda ağa, kütüphanede baş hademe olmuşlardır.
Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın, Ağa Efendi isimli bir Ankara kedisi vardır ki diğer kedilerden epey farklıdır. Tabii saray terbiyesi alanın hali de bir başka olur. O Ağa Efendi ki kendisine uzatılan yemeği, çatalla uzatılmadığı takdirde yemezmiş.
Bir de Bayezid Umumi Kütüphanesi'nin kedileri vardır ki, bunlar kütüphaneyi bile kendi umumî isimleriyle söyletir olmuşlardır. Ciğerle beslenen bu kediler, kitapları farelerden korumuş, kitaplar arasında bir bakıma güvenlik gibi durmuş, dolaşmışlardır. Sayıları o kadar fazlaymış ki kütüphane bir süre sonra "Kedili Kütüphane" diye anılır olmuş. Günümüz kütüphanelerinde kedi görmek hâlâ mümkün, maalesef insan görmekten daha fazla mümkün.
Edebiyatçılarla da ayrı bir ünsiyeti vardır bu hayvancağızların. Kucaklarında çıkardıkları mırıltılarıyla sahibini sakinleştirip daha dingin yazmasını mı sağlıyordur bilinmez, araları çok iyidir. Hatta son dönemlerde adlarına "Kedinâme"ler bile yazılmıştır.
Sultan Abdulhamid, kendi devletinin ve milletinin aleyhindeki karar ve teklifleri asla tatbik etmemeğe çalışmış; siyasi zekâ ve dehâ ile mümtaz büyük bir hükümdardır. Yabancı devletlerin teklif ettikleri, bizdeki bir kısım köksüz güruhun da istediği ıslâhat, devleti ve milleti kuvvetlendirici değil, zayıflatıcı ve bitirici mâhiyettedir. Böyle bir ıslâhatı kabul ve tatbik etmeyen bu büyük hükümdara, bir Türk'ün “gerici” veya “Kızıl Sultan” demesi, şaşkınlıktan da öte bir gaflet ve dalâlettir. Zaten bizdeki Tanzimat ve ıslâhatın da başka bir mânâsı yoktur ve olmamıştır..
Ona muhalefet eden ve karşı gelenlerin, hemen hemen karakteristik vasıflarını, milli telâkkiden uzak bulunuşları ve köklü bir devlet şuurundan yoksunlukları teşkil etmiştir. Bunun sebebini, ceditçilikle başlayan, halk ve aydın tezadında görmek, bu iki zümrenin duyuş, düşünüş ve inanış itibarıyla da farklılaşmalarına raptetmek gerekmektedir. Bu husus, Abdülhamid Hân'ın, lehinde ve aleyhindekiler için, günümüzde bile geçerli bir ölçü olarak görünmektedir..