Günlük dilde kullanılan bir söz vardır: "Allah mekândan münezzehtir." Aslında Cenab-ı Hakk var ettiği her şeyden münezzehtir. Mekândan da, zamandan da, insandan da, kainattan da, evrenden de, Melekten de, cinden de, her şeyden münezzehtir. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Cenâb-ı Hakk Kur'an-ı Kerim'de kendisini ifade ettiği gibi "Şüphesiz Allah, alemlerden müstağnidir. (O'nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur)
Cabir b. Abdullah'a , Allah Rasûlü'nün ashâbından birinde kendinin bizzat Rasûlüllah'tan duymadığı bir hadis olduğu haberi ulaştığında bir deve satın aldı; bir aylık yolu katedip Şam'a ulaştı, Abdullah b. Üneys'ten "Haşr" hadisini dinleyip hemen Medine'ye geri döndü. İlerleyen yaşına aldırmadan Mısır'a, Mekke'ye rıhleler yaptı. Sahâbe; Kur'an-ı Kerim'i nasıl anlayacağını, nasıl yaşayacağını ve hayata nasıl tatbik edeceğini Sünnet'ten öğrendi.
Reklam
Mazlum Müslümanlar ve Ramazan
"Ya Rasulallah! Hani Müslümanlar'ın bir vücut gibi olduklarını haber vermiştin. Vücudun bir organı acı çektiğinde sâir organlar sabahlara kadar nasıl uykusuz kalırsa, İslâm Coğrafyası'nın bir noktasındaki acının hissedilmesi de her bölgede aynı olacaktı. Nerede bizim ızdırabımızı duyup uykuları kaçacak, sıtma nöbetine girecek o Müslümanlar? Onlar Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye'nin hâsılası mahiyetinde olan fikıh mecmularını da okuyor, şu fetvayı da biliyorlar: "Eğer kâfirler Âlem-i İslâm'ın doğusunda bir Müslüman kadını esir alsalar, batıdaki bütün Müslümanlara o kadını fidye vererek kurtarmak vacip olur..." Mazlumların hâli ne kadar oruç tuttuğumuzun ya da Allah Teâlâ katında orucumuzun nasıl kabul edildiğinin bir göstergesidir. Mazlumlar, Kur'ân'a, Sünnete ve fikha bakıyorlar, sonra da bir milyar sekiz yüz milyon Müslüman içerisindeki sahipsizliklerine bir anlam vermeye çalışıyorlar. Onların çözemediği bu müşkil durumun çözüm yeri mahşerdir.
Tasavvuf yolundan maksat, Kur'ân-ı Kerîm ve sünnet-i seniyye üzere bir hayat ve Allah Teâlâ'ya giden yolda engelleri kaldırmak, maddi ve manevi güzel hasletlerle süslenmektir.
Mevlâ'ya itikad; evvelâ bilmek sonra inanmakla olur. İşte o inanmaya itikad denir. Bu itikadı kimden öğrenmek lâzımdır? Hakkıyla bilenden. Hakkıyla bilen de kimdir? Allah'ın kitabını okuyanlardır. Yahudi ve Hristiyanlar tembellik ettiler, kitaplarını açıp okumadılar. Bundan sebep de Mevlâ'yı hakkıyla bilemediler. Hak'dan habersiz kötü niyyetli insanlar da onları kolaylıkla dalâlete sürüklediler. Bugün de Kur'an-ı Kerim'in muhteviyatından habersiz olan insanları şiiler, hariciler, mutezi'le ve bunun gibi ehl-i sünnet ve'İ-cemaat mezhebinin dışında olan diğer bir takım fırkalar kendilerine çekerek onlara kendi inançlarını aşılamaktadırlar. Ama bir kimse ehl-i sünnet ve'l-cemaat'a mensub bir âlimden itikadını tam olarak öğrenmiş olsa bu durumlara düşmez.
Hz Ömer (r.a) şöyle buyurmuştur: " İleride bazı insanlar çıkacak ve Kur'an'ı Kerim'de ki müteşabih (farklı manalara gelen) ayetlere dayanarak sizinle tartışacaklar. Sizler o konudaki doğru bilgileri sünnet-i seniyyeden (sünneti bilen alimlerden, hadis kitaplarından) öğreniniz. Zira bu bilgiye sahip olanlar Allah'ın kitabını daha iyi anlayıp kavrarlar. "
Sayfa 6 - Dr.S. Yakup Elhüseyni
Reklam
280 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.