Gençliğimde, İslâm’ın ilk asırlarında fethedilen ama Islâm’a girmeyen halkların soyundan gelen çok sayıda Suriye kökenli Hıristiyan gördüm: Onlar bile, erken Müslüman döneminden bir altın çağ olarak, Halife Ömer b. Hattab (ra)’dan da kendi dinlerinin koruyucusu ve kollayıcısı olarak sözediyorlardı. Folklor, bazen yazılı tarihten daha fazla aydınlatıcı olabiliyor.
Yine de yazılı tarihte küçük bir araştırma yaptığınız zaman bile, Hıristiyanlar, her zaman hoşgörülebilecek kadar kolay bir tebaa olmasa da, Haçlı Savaşlarından sonra bile Sünnî Müslümanların Hıristiyanlara karşı fanatikçe tavırlar takındığına dâir hemen hemen hiçbir hâdiseye rastlayamayacağınızı keşfedeceksiniz.
Oysa Hıristiyanların pek çoğu, İslâm dinine kamuoyunda hakaret etmeyi dînî bir görev olarak telâkki ediyorlardı; o yüzden liderlerinin de kışkırtmasıy la Müslümanlara karşı “şehit” olmak için, savaşmak için can atıyorlardı. Çeşitli ülkelerde çeşitli zamanlarda Müslümanlara karşı bu tür bir dînî histeri, hoşgörüsüzlük ve husûmet salgın hâlini alıyordu; ama Müslüman yöneticilerinin bunlara karşı sükûnetle, duyarlı bir şekilde tavır takınmaları İslâm tarihinin en muazzam ve en muhteşem hâdiselerinden biriydi.