daha önce en çok meraklısı olduğumuz şeylerden, günün birinde artık gitgide daha az söz eder oluveririz, ille de konuşmak gerektiğinde de zorlanırız. hep kendi sesimizi duymaktan gına gelmiştir... kısa keseriz... vazgeçeriz... otuz yıldır konuşup duruyoruzdur zaten... haklı çıkmayı bile umursamamaya başlarız. zevkler arasında kendimize ayırdığımız o küçük yeri bile koruma arzusunu yitiririz... kendimizden iğreniriz... azıcık karnını doyurmak, birazcık ısınmak ve hiçbir yere varmayan yolda giderken mümkun olduğu kadar çok uyuyabilmek artık yetiyor da artiyordur bile. yeniden bir şeylere ilgi dumak için başkalarının önünde takınacak yeni surat ifadeleri bulmak gerek... ancak artık repertuarımızı değiştirecek gücümüz kalmamıştır. eveleyip geveleriz. onların, yani dostların arasında kalabilmek için bin türlü numara ve bahane ararız, ancak ölüm de artık buradadır, leş kokulu, yani başımızda, artık daima orada kalacaktır, bir el pişpirik kadar bile gizemi kalmamış olacaktır. gözümüzde bir anlam ifade etmeye devam eden tek şey olarak ufak tefek üzüntülerimiz kalmıştır, söz gelimi o küçük şarkısı bir şubat akşamı ebediyen susan bois-colombes'daki ihtiyar amcamızı henüz sağken ziyaret etmeye bir türlü zaman ayıramamış olmanın üzüntüsü. yaşamdan geriye sakladığımız bir bu kalmıştır. yani bu ufacık korkunç pişmanlık, gerisini ise, az çok yolda kusmuşuzdur, epey çabalayarak ve zorlanarak da olsa. artık kimsenin geçmediği bir sokağın köşesindeki eski püskü bir anı fenerine dönüşmüşüzdür.
“Gidelim, dedi. Evden bunaldım. Sokağın hatırasından Eşiklerin kokusundan. Susan kadınlardan. Erkeklerin yüzlerindeki kuraklıktan. Çocukların yere düşen gözlerinden bunaldım. Pencerelerin önündeki zamandan. Bir araba durdu. İnen oldu ya da olmadı. Bilmiyorum. Bir başkası hızla geçti. Evler öylece duruyor. Neden bir ben duyuyorum bu yalnızlığı. İçeriyle dışarı arasındaki bıçağı. Eşyalar bir tek benim aklımda mı tozlanıyor. Mavi bazen cezadır deselerdi, yeşil bazen ceza, gökyüzünü indirirdim. İnsan yalan söyler deselerdi, anlamazdım. İnsan ölür deselerdi anlamazdım. Bir çocuğa ölümü sordun mu hiç. Bilmez. İyi ki. Büyüyemezdi yoksa. Ben ne zaman öğrendim bilmiyorum.”
Sayfa 20 - KırmızıkediKitabı okudu
Reklam
Sadece Sese Kokuya Renge
Gidelim, dedi. Evden bunaldım. Sokağın hatırasından. Eşiklerin kokusundan. Susan kadınlardan. Erkeklerin yüzlerindeki kuraklıktan. Çocukların yere düşen gözlerinden bunaldım. Pencerelerin önündeki zamandan. Bir araba durdu. İnen oldu ya da olmadı. Bilmiyorum. Bir başkası hızla geçti. Evler öylece duruyor. Neden bir ben duyuyorum bu yalnızlığı. İçeriyle dışarı arasındaki bıçağı. Eşyalar bir tek benim aklımda mı tozlanıyor. Mavi bazen cezadır deselerdi, yeşil bazen ceza, gökyüzünü indirirdim. İnsan yalan söyler deselerdi, anlamazdım. İnsan ölür deselerdi anlamazdım. Bir çocuğa ölümü sordun mu hiç? Bilmez. İyi ki. Büyüyemezdi yoksa. Ben ne zaman öğrendim bilmiyorum.
Sonun Sonsuzluğu
i. acı, bir ırmak gibi doluyor yüreğime bardaktan boşanırcasına ağlamak istiyorum beni artık ne çiçekler ne çocuklar kurtarır ne de o her gün
Sayfa 287 - KırmızıKedi YayıneviKitabı okudu
Daha önce en çok meraklısı olduğumuz şeylerden, günün birinde artık gitgide daha az söz eder oluveririz, ille de konuşmak gerektiğinde de zorlanınız. Hep kendi sesimizi duymaktan gına gelmiştir... Kısa keseriz... Vazgeçeriz... Otuz yıldır konuşup duruyoruzdur zaten... Haklı çıkmayı bile umursamamaya başlarız. Zevkler arasında kendimize ayırdığımız o küçük yeri bile koruma arzusunu yitiririz... Kendimizden iğreniriz... Azıcık karnını doyurmak, birazcık ısınmak ve hiçbir yere varmayan yolda giderken mümkün olduğu kadar çok uyuyabilmek artık yetiyor da artıyordur bile. Yeniden bir şeylere ilgi duymak için başkalarının önünde takınacak yeni surat ifadeleri bulmak gerek... Ancak artık repertuarımızı değiştirecek gücümüz kalmamıştır. Eveleyip geveleriz. Onların, yani dostların arasında kalabilmek için bin türlü numara ve bahane aranız, ancak ölüm de artık buradadır, leş kokulu, yanı başımızda, artık daima orada kalacaktır, bir el pişpirik kadar bile gizemi kalmamış olacaktır. Gözümüzde bir anlam ifade etmeye devam eden tek şey olarak ufak tefek üzüntülerimiz kalmıştır, sözgelimi o küçük şarkısı bir akşamı ebediyen susan Bois-Colombes'daki ihtiyar amcamızı henüz sağken ziyaret etmeye bir türlü zaman ayıramamış olmanın üzüntüsü. Yaşamdan geriye sakladığımız bir bu kalmıştır. Yani bu ufacık korkunç pişmanlık, gerisini ise, az çok kusmuşuzdur, epey çabalayarak ve zorlanarak da olsa. Artık kimsenin geçmediği bir sokağın köşesindeki eski püskü bir anı fenerine dönüşmüşüzdür.
Sayfa 468Kitabı okudu
Susar mısın Anderson! Tüm sokağın IQ'sunu düşürüyorsun.
Reklam
168 öğeden 51 ile 60 arasındakiler gösteriliyor.