"Ne alçak görünür şu fani hayat,
Baktıkça samimi uzletinize
Bir anda coşarak ağlarım; Heyhat...
Günahkar gözyaşım layık mı size? " (Enis Behiç)
Her yıl 18 Mart geldiğinde gözlerim dolarak bu destanı daha iyi öğrenmeye çalışırım, mutlaka konu ile ilgili bir kitap okuyarak bilgilerimi taze tutup kahraman şehitlerimizin anılarını
Peki, aşk nedir?
Freud: Libidodur.
Camus: Bulaşıcı bir hastalıktır.
Sartre: İki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır.
Pavese: Geride tiksinti bırakan geçici bir bunalımdır.
Platon: Şuur bozukluğudur.
Schopenhauer: Soyunu devam ettirmesi ihtiyacından başka bir şey değildir.
Yıl 1984.
Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanlık makamında rahmetli Turgut Özal var. Aynı dönemin Milli Eğitim Bakanı ise Sayın Vehbi Dinçerler. Ülkesinin geleceği adına çözüm yolları araştıran Turgut Özal, eğitim konusunda da Japon pedagoglara bir araştırma yaptırmak ister ve ülkemize davet eder. Eğitim konusunda uzman bu heyet, Türk gençleri
Ama verilmiş kararlar başka! Bu dünyayı, sokakları, caddeleri, kız çocukları ve oyunlarıyla yaşanacak hale getirme yemini başka! Mümkün mü diye sorarlar; daha önce de olmadı değil. Ancak cevabım hiç değişmeyecek: "Elbette mümkün! Hem de insanlığın kendini laboratuvar veya camilere kilitlemesiyle mümkün olmadığının anlatılmasından daha mümkün!
Eğitim alanında uzman Japon heyeti, davet ile geldikleri Türkiye'deki araştırmalarını tamamladıktan sonra zamanın başbakanı Turgut Özal'ın huzuruna çıkar ve gençlerimiz üzerindeki eğitimin yetersizliğini şu soğuk cümle ile ifade ederler: “Bu eğitimle gençlerinize millî şuur vermeniz mümkün değildir!”
Şok etkisi yapan bu tespitten sonra
“Ben dünya kürresi,
Türkiye karyesi ve Urfa Köyünden,
El-Aziz (Elazığ ) Tımarhanesi (Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi) sakinlerinden; İsmi önemsiz, cismi değersiz,
Çaresiz ve kimsesiz bir abdi acizin,
Ahir deminde misafiri Azrail’i beklerken,
Başhekimlik üzerinden Hâkimler Hakim’inin
Dergahı Uluhiyetine son arzuhalimdir..!
Ben gam (dertlilik)
- Sizce aydınlarımızın eksiklikleri nelerdir?
-Sevgi, daha doğrusu, tesamuh. Aydın, insanından kopmuş; kendini de tanımıyor, dünyayı da. Dilini kaybeden, mavera ile göbek bağını koparan bu zavallı, tam bir boşluk içindedir. Aydın olmak için önce insan olmak lazım. İnsan, mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur. Maruz kalmaz, seçer. Aydın, kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını yapan, uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs.
Netice olarak karakter, şekillenmiş şahsiyet, terbiye görmüş irade, uyanık bir şuur, fikir ve hareketlerine sahip olma ve prensip adamlığı anlamlarına gelir ki, bunu Türkçede “seciye” kelimesi ile ifade edebiliriz. Bu anlamda “karakterli adam”, prensipli ve şahsiyet sahibi, düşünceli ve iradeli adam demektir. “Karaktersiz adam” da şahsiyetsiz, sözüne ve işine güvenilmez ve akıl ermez, düzensiz adam demektir. Başka bir deyişle, karakterli “seciyeli” insan, hayvani içgüdü ve eğilimlerin tutsaklığından kurtulup bu kuvvetleri hayat için birer hizmetkâr haline koymuş olan insandır. Karaktersiz “seciyesiz” insan da, hayvanı içgüdü ve isteklerin hâkimiyeti altında kalmış olan insandır. Dikkat edelim ki bu anlamıyla karakter yahut seciye, terbiye ve ahlâkın en yüksek gayesini ve ideal hedefini oluşturur. Doğrusu terbiye ve ahlâkın gayesi, en kısa bir ifade ile karakterli ve sağlam seciyeli insan yaratmaktır
""Cansız deyip geçtiğin bir taş parçasında bile bir şuur kabiliyeti vardır." der. Çünkü var olan her şeyde bir bilinç vardır. Var olmak, idrak etmektir.."