İkinci Oğuz Atay kitabım. Daha farklı mesele ve biçimler barındırmakla birlikte, Tutunamayanlar’daki havaya da sahipti; yani Oğuz Atay’ın kaleminden çıktığını çokça belli eden bir kitaptı. Bu bence önemli bir meseledir. Dikkatli okuyucular için bu ayrımı yapmak kolay olabilir ama benim için ortada bariz bir “yazma kişiliğinin” bulunması lazım.
Bilinç akışı işini çok iyi yapan biri. Belki de karakterlerin bilincinin aktığı yönler ilgimi çekiyor. Ne olduğunu tam olarak açığa çıkaramamış olsam da Atay’ın yazdıklarına derin bir samimiyet besliyorum. İçimden bir his aynı mahalleden olduğumuzu söylüyor.
Tutunamayanlar’dan sonra içimden diyaloglar kurma alışkanlığına tutulmuştum. İç sesim vardı, ama tek bir kişiydi. Şimdi yine her ikisi de ben olsam bile içimde iki kişi konuşuyor. Korkuyu Beklerken’i okurken, okuduktan sonra da bu iç ses meselesi bariz şekilde arttı. Ve ben bu meseleyi tulumbadan su çekmeye benzetiyorum. Tulumbalarda suyun gelmesi için üstünden bir kova kadar su dökerdik. Mantığı nedir, mekanizması nasıl çalışır pek bilmiyorum ama benim yorumuma göre tulumbayı suyla tanıştırmak, ona suyu hatırlatmak ya da işin basıl olacağını göstermek. İşte Oğuz Atay kitapları da zihnime, tulumbanın içine dökülen su etkisi yapıyor.
Kitaptaki bir hikayeyi tekrar tekrar okudum. Her seferinde farklı bahaneler uydurarak geti alarak baştan başladım o hikayeye. İklimler’de söylediği gibi “kendime dair” bir şey görünce, hele bir de bu benimle alakalı kısım değer verdiğim bir şeyse böyle oluyor.