Bazı kitapları okurken elinizde bir kalem yoksa eğer bu eksikliğe her zamankinden daha fazla üzülür, satırları kaçıp kurtulacak, siz daha özümsemeden, hatta daha net olalım anla(ya)madan uçup gidecekmiş, silinip bir daha ne size ne de başkalarına görünmeyecekmiş gibi hissedersiniz. ne zaman kalemin paralel hareketlerinin güvencesine aldınız satırları, işte o zaman içerdiği duygular sizin olur. onlarla ne yapacağınızı nereye koyacağınızı bulana kadar benliğiniz ve ruhunuz arasında bir savaş başlar. bazen iki tarafa da kayıplar yaşatacak ya da zıt bir etkiyle etkileyici bakış açıları kazandıracak deneyimlere varır söz konusu savaşın sonucu. şule gürbüz kitapları da böyle hem tehlikeli, hem de yaşamın kıyısında, kuyunun tepesinden bakma hali yüklüyor insana.
‘’hayata sığmak kolay değil, elin kolun sığsa tuttukların sığmıyor, ayakların girse hayallerin girmiyor, belin dönse gözün arkada bıraktıklarında kalıyor, hep bir darlık, darlık, sıkışma, sonra da bakılıyor ki, insan gire gire daha giriş kapısında durmuş, orayı da tıkamış, ötesi bomboş, yiğitsen ilerle. bilinen beylik şeyler, evlenmek, işe girip çalışmak, yorulmak, hastalanmak, yaşlanmak, umduğunu bulamamak ve gitmek istemek…’’